Sanatçı, Hacıbektaşlıdır. Resim, cam, seramik sanatçısıdır. Orta halli bir Cumhuriyet ailesinde 1954 yılında dünyaya gelen GÜVENÇ, taşrada kerpiç ya da tuğla, eski ya da yeni ama duvarlarında hep yağlı boya tablolar asılı evlerde plastik sanatının yaşamın bir parçası olduğunu görerek büyür. Görme yeteneğini estetik bakışla bütünleştirirken, bakış açısını Bektaşi felsefesinin geniş ve derin bir o kadar da yalın söylemiyle olgunlaştırır. Matematik ve Bilgisayar Öğretmenliği, Başbakanlık ve TRT’deki çalışmaları, yarını güvenceye almak kadar toplumun katmanlarını birlikte yaşayarak anlamasına da olanak sağlar.
Yarın korunmaya alındıktan sonra ancak o zaman düşlere dönme vaktidir diyen Güvenç, önce Lütfü GÜNAY’ın atölyesinde resim çalışmalarına başlar. Ressam Abdurrahman KAPLAN’ın yorum ve önerilerinden de yararlanan Sanatçı, bir yandan da Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açmış olduğu tezhip kursunu Selma BAŞCI’dan alır. Ayrıca minyatür ve hat dersleri de alan Sanatçı, sanat tarihi ve sanat felsefesiyle ilgilenmeye başlar.
İslam sanatçılarını merak eden Güvenç’in önüne saray ressamı Nasuhü’s-Silahi Matrakçı çıkar. Bilinçli seçimlerle yürüyen bu resim serüveni Matrakçı’nın minyatürlerini resmederek yeni bir çabaya, Siyah Kalem’i tanımasıyla da bir tutkuya dönüşür. Siyah Kalem’in de minyatürlerini resimleştirdiği yapıtlarında bir yandan da kendi özgün sanatını oluşturur.
İnanç, GÜVENÇ’in renklerinde, kullandığı simgelerde, resimlerinin içinden yansıyan ışıkla yaşamın içine yerleşmiş, ben ve öteki kavramlarını sıyırıp atarak “dünyaya anlam vermek” tümcesiyle özetlenen özüne dönmüştür.
“Çağdaş resim üzerine geleneksel resimler yapmayı seven Sanatçı, resimlerinde minyatürleri, hat sanatını ve gravürleri kullanmıştır. Resimlerinin büyük bir kısmında coğrafya olarak Anadolu vardır. Toprak rengi, sarı, kırmızı ve kahverengi; yapıtlarında en çok kullandığı renklerdir.”
“GÜVENÇ’in inanca dair sözleriyse, yaşananlara aynı uzaklıktan bakan bilgeleşmiş bir tanım: İnanç, dünyaya anlam vermektir. Hayatın boşa yaşanmadığına, yarının bugünden kötü olamayacağına güvenmektir. Şükretmektir. Kimi inancı için kan döker, kimi inancı uğruna kanını. Kimi komşusuna düşman kesilir, kimi tüm dünyaya dost. Kimi yaşamı kabullenir, ölüme sarılır; kimi ölümü kabullenir, yaşama sarılır. İnanç bir gözdür, içimize bakan. Dildir, konuşmayı sağlayan. Eldir birbirimize dokunan. Yürektir, herkeste farklı ritimde atan. İnsanı canavar ya da insanı insan yapan. İnanç kimi zaman bir ritüeldir, çocuklara ezberletilen. Kimi zaman bir arayıştır, nihayete ulaşmayan. Dinsiz insan olur, inançsız insan olmaz.”
Bilime güvenmeyi ve bilimsel düşünceyi, bir ideoloji uğruna yaşamını adamayı da inanca dahil eden Sanatçı, içinde yetiştiği Bektaşi felsefesinde yürüyerek aldıklarını yaşamıyla yoğurarak kendi sanat felsefesini yaratır. Bektaşi inancının doruk noktası, “İnsan-ı Kamil” olabilmektir. Simgelerin özenle bir kompozisyon içinde resmedildiği tablolarında İnsan-ı Kamil de yani Alevi-Bektaşi inancının Pir olarak tanımladığı kişilerde yerini alır ve Alevi-Bektaşi inancında yer alan sembolleri resimlerinde ve cam üzerinde büyük bir özenle kullanır.
Sanatçı, 2010 yılında Avrupa Konseyi Sanat Galerisi’nde “Anadolu Satrancı” adlı resim sergisini açmıştır.