Makâlât
Hacı Bektaş Veli’nin bu mükemmel eseri üzerinde ilk ciddi çalışmayı Esad Coşan yapmıştır. Kitabın orijinali Arapça olup, henüz ele geçirilmiş değildir. Ahmet Yaşar Ocak’a göre, bugüne kadar değişik araştırmacılar tarafından birkaç defa yayımlanmış olup, tasavvufa yeni intisap eden müritler için basit seviyede bir el kitabı niteliğini taşıyan bu eserin muhteva kritiği yapılmamıştır. Coşan bir tasavvuf edebiyatçısı gözüyle eserin yalnız muhteva tasvirini yapmış, tarihi tenkidine girişmemiştir. Bunun için A. Yaşar Ocak, eserin kesin olarak Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğunun söylenemeyeceğini ifade etmektedir. Ona göre, “Hacı Bektaş Veli’ye izafe edilen diğer eserler gibi, Makâlât’ın da onun kaleminden çıkmış olduğu tarihen ispat edilememiştir.” Alevi-Bektaşi inancındaki dört kapı ve kırk makam Makalat’ın ana konusudur. Makalat’ta;
- Din, ahlak kuralları, davranışlar ve hoşgörü işlenmiştir.
- Aşk, gönül, akıl, ilim, ahlak, nefis terbiyesi gibi konular soyut bir şekilde ele alınmış, ilimlerin Allah’a ait olduğu ve ilim öğrenmenin önemi anlatılmıştır.
- Eserde ayrıca Âdem’in yaratılışı, şeytan ve sevdiği işler, Allah’ın varlığı ve birliği gibi konular işlenmiştir.
Makalât bilindiği gibi, dört kapı-kırk makam tertibi üzerine kaleme alınmıştır. Bu tertip, Ahmed Yesevi’nin “Fakrnâme”siyle hemen hemen aynıdır. Dört kapı (şeriat-tarikat-ma’rifet- hakikat) kırk makam anlayışı Türk mutasavvıflarının kabul ve takip ettikleri bir sülük anlayışıdır. Makâlât, bu özelliğiyle, Fakr-nâme’nin bir şerhi gibidir.
Velâyetnâme’de Said Emre’nin Makâlât’ı Türkçeye çevirdiği söylenir. Oldukça zengin bir nüsha özelliğine sahip olan eserin manzûm ve mensûr olarak kaleme alınmış nüshaları da bulunmaktadır. Hacı Bektaş Veli’nin dünyevi, dini ve tasavvufi konularındaki duygularını, düşüncelerini ve nihayet bütünüyle “insanı” en açık, sade, anlaşılır, tabii söyleyişlerle ortaya koyduğu eseri hiç şüphesiz “Makâlât”dır.
Makâlât; Şerîat, Tarîkat, Marifet ve Hakikat gibi dört kapıdan ve her kapının da on makamından bahseder. Makâlât’ta; tasavvuftan, kalp ahvalinden, zâhid, ârif ve muhiblerden bahsedilerek insan övülmekte, kendisine verilen nimetler dile getirilmektedir.
Makâlât’ın ilgi çeken en önemli hususu, düşüncelerin Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerine ve Hz.Peygamber’in Hadîs-i şeriflerine dayandırılmış olmasıdır. Bazı bölümlerinde konular, sadece ayetler zikredilerek anlatılmaya çalışılmıştır. Sekiz ayrı bölümden oluşan Makâlât’ın, birinci bölümünde; “Anâsır-ı Erbaa”, yani; hava, su, toprak ve ateş’ten ibaret dört unsura bağlı olarak, dört çeşit insan tipi bulunduğundan bahisle, bunların sırasıyla; Abidler, Zahidler, Muhipler ve Arifler olduğu belirtilir.
Makalat PDF İNDİR https://www.ussakiorder.com/uploads/5/8/1/7/58178045/23437637-makalat-haci-bekta%C3%85%C5%BEi-vel%C3%84%C2%B0.pdf
Velâyet-nâme
Hacı Bektaş Veli’nin yaşamı ve menkıbeleri anlatılmaktadır. Ölümünden birkaç yüzyıl sonra bir dervişi tarafından yazılmış olduğu tahmin edilmektedir. Hacı Bektaş Veli hakkında bilinen her türlü bilgi ve rivayetten oluşan, asırlar boyunca ağızdan ağza tekrarlanan tarihi olaylarla, Hacı Bektaş Veli’nin mucizeleri yan yana olan bir eserdir.
Osmanlı döneminde her tekkede bir kopyası bulunduğu için günümüzde Türkiye’de, Türkiye dışındaki bazı önemli kütüphanelerde Anadolu’dan Balkanlara kadar Bektaşiliğin yayıldığı alanlarda ve şahısların ellerinde birçok nüshası bulunmaktadır. Ancak bunların içinde yazarının kaleminden çıkmış veya yazıldığı döneme ait bir nüshaya henüz rastlanmamıştır. Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın kütüphanesinde mevcut 16. yüzyılda kaleme alındığı tahmin edilen Velâyet-nâme nüshalarının hemen hepsi 17. yüzyıl ve sonrasına aittir. Bu nüshalar, Bektaşi dervişleri tarafından kopyalanmıştır. Eserin mensur manzum ve karışık olmak üzere üç tip nüshası vardır.
Velâyet-nâme, 1927’de Eric Gross tarafından Almancaya çevrilmiştir. Velâyet-nâme 1958’de Sufilik tarihçisi Abdülbaki Gölpınarlı tarafından yayımlanmıştır. Suluca Karahöyük köyündeki (günümüzde Hacıbektaş) tekkesinde bulunan bir el yazmasına dayanan bir çeviridir. Bu el yazması halen Ankara’da Milli Kütüphane’de bulunmaktadır. Velâyet-nâme’nin ne zaman ve ilk kim tarafından yazıldığı hala tartışılmakla beraber, Abdülbaki Gölpınarlı kendi kullandığı kaynağın Osmanlı yazarı Firdevsî-i Rûmî olduğunu öne sürmüştür.
Velâyet-nâme’de 13.yüzyılda ve 14. yüzyıl başlarında yaşamış Âhi Evren, Fatma Bacı (Kadıncık Ana), Ahmed Yesevî, Baba İlyas (Resul Baba), Muhlis Paşa, Barak Baba, Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Yunus Emre, Şems-i Tebrizi, Sarı Saltuk, Seyyid Mahmud Hayrâni, Hacım Sultan ve Taptuk Emre gibi zatlardan bahsedilmesinden anlaşılacağı üzere, eser 14. yüzyılın ikinci yarısında yazılmıştır.
Buna karşın, Bektaşiliği etkilemiş olan Hurufilik hakkında bir şey olmaması, Velâyet-nâme’de bahsi geçen olayların, 1394’te idam edilen Hurûfi Fazlullah Ester-Abâdî’nin müridlerinin gelmesinden evvele rastladığına işaret eder. Ayrıca, metinde Balım Sultan’dan bahsedilmediği için Balım Sultan’ın 1501’de Hacı Bektaş tekkesinin başına geçmesinden evvel yazılmış olması gerektiği düşünülmektedir. Buna karşın, Velâyet-nâme’nin sonunda Hacı Bektaş Veli Türbesi’ni II. Murat’ın yaptırdığı, II. Bayezit’in de kubbeyi kurşunla örttürdüğü rivayetine bakılırsa, eser II. Bayezit devrinde (1481-1512) kaleme alınmıştır.
Velâyet-nâme’nin sonlarında Hacı Bektaş Veli’nin Osman Gazi’yi tekkeye nasıl aldığına dair bir bölüm vardır. Buna karşın tarihçi Aşıkpaşazâde, Osman Gazi ve onun soyundan kimsenin Hacı Bektaş Veli ile ilişkisi olmadığını belirtir. Hacı Bektaş Veli’nin Babai ayaklanması sırasında Anadolu’ya gelmiş olması ve Osman Gazi’den önceki kuşaktan kişilerle olan yakınlığı onun Osman Gazi ile görüşmesi hikayesini şüpheli kılmaktadır. Hacı Bektaş Veli’nin 1271’deki ölümünden sonra Velâyet-nâme’ye zaman içinde yeni konuların girdiği ve Osman Gazi ile ilgili bölümün sonradan eklendiği düşünülmektedir.
Velayetname PDF İNDİR
Kitâbu’l – Fevâid
Ahmet Yesevi’nin meşhur eseri “Divân-ı Hikmet” örnek alınarak Farsça yazılmış olan bu eserin İstanbul Üniversitesi’nde bulunan nüshasındaki (Türkçe Yazmalar, 55) anlatım, üçüncü şahıs ağzından verilmektedir.
Eserin Hacı Bektaş Veli’ye aidiyeti, araştırmacılar arasında tartışmalı bir konudur. Fığlalı’ya göre, bu eser bizzat Hacı Bektaş Veli tarafından kaleme alınmış olup, ismi de onun tarafından verilmiştir. Gölpınarlı, eserin İstanbul Kütüphanesi’nde bir nüshasının olduğunu, daha sonra eline geçen bir nüshanın daha mevcudiyetini bildirmiş, eserin Hacı Bektaş Veli’ye ait olmadığını derleme bir eser olduğunu söylemiştir. Gölpınarlı, risale içindeki birçok sözün Mesnevî ve Nefahât adlı eserlerde de bulunduğunu belirtmiştir. E. Coşan ise, Kitabu’l-Fevaid ile Hacı Bektaş Veli arasında bir ilgi ve irtibat bulunduğu, ancak eserin çeşitli ilave ve tahrifler ile orijinal hüviyetinden uzaklaştığı düşüncesindedir. Bu görüşü doğrular mahiyette, eser içinde Hacı Bektaş Veli’den sonra yaşamış kişilerin de sözlerine rastlanmaktadır.
Eserin İstanbul Üniversitesi’ndeki nüshası Türkçe’ye çevrilmiş ve çoğaltılmıştır. Muhteva olarak Makâlât’la çok yakın özellikler göstermektedir. Köprülü tarafından varlığı ortaya konulan Farsça yazılmış eserin iki nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Ty.55’te kayıtlıdır. Eserin bir nüshası da İstanbul Belediye Kütüphanesi, Osman Ergin Yazmaları, 1948 numaralı mecmuanın 45-114 yapraklarındadır. Eserin kağıt ve yazı tekniği bakımından XVI-XVII. yüzyıla ait bir yazma olduğu sanılmaktadır. Kitabın başında eseri düzenleyen kişi, sözlerin muteber kitaplardan, bir kısım pirlerden, ihvandan Hacı Bektaş Veli’ye ait sözlerin yine dostlarının teklifiyle toplanıp “Fevâid” adı altında toplanarak ortaya çıktığını belirtmektedir.
Fâtiha Suresi Tefsiri
Türk mutasavvıfın böyle bir eseri bulunduğunu ilk defa Fuad Köprülü haber vermiştir. Ancak o da Baha Said Bey’in verdiği malumata dayanır. Baha Said Bey sonradan yanan Tire Kütüphanesi’nde Hacı Bektaş Veli’ye ait bir Fâtiha Tefsiri olduğunu bildirmiştir. Coşan ise, Tire Kütüphanesi’ne gittiğini fakat eserin herhangi bir nüshasına veya ilgili bir kaydına rastlayamadığını belirtmektedir.
Fatiha Suresi Tefsiri, Rüşdü Şardağ tarafından 1983 yılında neşredilmiştir. Mutasavvıfların, özellikle Fâtiha, Yasin-i Şerif Tefsiri gibi bir takım tefsirler yazma gelenekleri Hacı Bektaş Veli’nin de böyle bir eseri bulunabileceğini muhtemel kılmaktadır.
Fatiha Suresi Tefsiri PDF İNDİR
https://millifolklor.com/PdfViewer.aspx?Sayi=80&Sayfa=36
Şathıyye
Hacı Bektaş Veli’nin iki sayfa kadar tutan bir şathiyesi olduğunu yine Gölpınarlı nakletmektedir. XIII. yüzyılın dil özelliklerini taşıyan ve Türkçe yazılan risale, Hacı Bektaş Veli ve Seyyid Mahmud Hayrani’nin bağlısı Sarı Saltuk’un halifelerinden aynı zamanda Yunus’un hocası Taptuk Baba’nın da şeyhi Barak Baba’nın şathiyesiyle büyük benzerlikler göstermektedir.
1680 yılında Enverî mahlaslı Hurufî ve Nakşî bir müellif tarafından nazım ve nesir karışık olarak “Tuhfetü’s-Salikin” adıyla şerh edilen bu eserin yeri bilinmiyor. Bu konuda Türk Ansiklopedisinin “Bektaş” maddesinde sınırlı bilgi veren Gölpınarlı, eserin yerini zikretmemiştir.
Gölpınarlı’nın eserin Hacı Bektaş-ı Velî’ye ait olabileceğini ihtimalini belirttiğini ancak şerhe şiirleri karışan Enverî’ye aidiyetinin daha muhtemel olduğunu nakletmektedir.
Şerh-i Besmele
Bir nüshası Manisa Kütüphanesi’nde bulunan bu eser, Türkçe olarak kaleme alınmıştır. Eser, Hacı Bektaş Velî’nin Besmele Tefsiri adıyla yayınlanmıştır.
Hacı Bektaş Veli bu eserinde Besmelenin mana ve ruhunu yorumlamıştır. Bunu yaparken de ayet, hadis ve birtakım kıssalardan deliller göstermiştir. Hacı Bektaş Veli’nin Şerh-i Besmele isimli eseri, genellikle ilahi merhamet ve hoşgörü konusunu işlemektedir.
Eser, Rüştü Şardağ tarafından 1985 yılında Manisa İl Halk Kütüphanesi’ndeki el yazmaları arasından bulunarak aynı yıl yayınlanmıştır. Bir nüshası Manisa Kütüphanesi’nde 3536 numarada kayıtlı olup, “Kitâb-ı Tefsir-i Besmele ma’a Makâlât-ı Hacı Bektaş Rahmetullah” başlığını taşıyan, 827/1422 yılında Cafer b. Hasan tarafından istinsah edilmiş 57 sayfa tutarında bir eserdir. Ayrıca Hamiye Duran tarafından da eser latinize edilmiş ve Hacı Bektaş dergisinde yayınlanmıştır. Aynı çalışma gözden gerilmiş haliyle T.D.V. yayınları tarafından yayınlanmıştır.
Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye
Gölpınarlı, araştırmalarında Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye adlı eserin Farsça bir nüshasına rastladığını, eserin içindeki sözlerin başkalarına ait sözler olduğunu ve eserin XVI. yy.’da ortaya çıkarılarak Hacı Bektaş Veli’ye aitmiş gibi gösterildiğini ifade etmiştir. Aslı Farsça olan bu eserin nüshası yakın zamanlarda İstanbul Belediyesi Kütüphanesi’nde Osman Nuri Ergin Yazmaları 948/1 sayılı yazmanın içinde 1a-23a yaprakları arasında bulunmuştur. Bir nüshası da İran İslam Şurası Kütüphanesi’nde bulunan eser, karşılaştırmalı olarak Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi tarafından yayımlanmıştır.
Mürsel Öztürk ve Belkıs Temren eserin Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğunu ifade etmişlerdir. Eserin dil, anlatım ve konuları ele alış şekliyle XIII. yüzyıl özelliklerini yansıttığı, eserde yer alan beyitlerin bu asırdan öncesine ait olduğu Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyelerinin titiz çalışmalarıyla ortaya konulmuştur.
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi tarafından yayınlanan eserin sunum kısmında Alemdar Yalçın şunları söylemiştir: “Eser incelendiği zaman görülecektir ki düşüncelerin önemli bir kısmı Hacı Bektaş Velî’nin diğer eseri olan Makâlât’la büyük benzerlikler göstermektedir. Bazı düşüncelerin birbirini tamamladığı ve tekrarlandığı görülür. Makâlât’ta derviş, muhib, şeyh gibi tasavvufî geleneğin iç örgütlenmesine çok fazla yer verilmezken Makâlât-ı Gaybiyye’de buna daha fazla önem verildiğini görülmektedir. Eserde ayrıca zahid ve zühd kavramlarına verilen anlamlar, zahid, arif, muhib, talip, derviş, mümin arasındaki bakış açısı farklılıkları daha kesin olarak belirtilmektedir.
Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye bir bütün halinde okunduğunda günümüz sözlü geleneğinin halen yaşadığı cemlerdeki başlayış, bitiriş ritüellerinin gözlemlendiği; gülbank, nutuk ve nefeslerle karşılaştırıldığı zaman Hacı Bektaş- Veli’nin düşüncelerini içinde taşıdığı çok açık bir biçimde görülmektedir. Buradaki açıklamaların önemli bir kısmının yine Ahmed Yesevi’nin Divân-ı Hikmet ve Yunus Emre’nin Risâletü’n-Nushiyye’si ile de aynı tematik özelliklere sahip olduğunu söylenebilir.”
Eserin Hacı Bektaş Veli’nin Makâlât’taki “dört kapı-kırk makam”ile ilgili yorumlarına, nefis tezkiyesi, kalp tasfiyesi, iman, akıl, bilgi, marifet, varlık mertebeleri, inâbet, zühd, takva, tevbe, fakr, fenâ, riyazet, mücâhede, nefsin mertebeleri, şeyh mürit ilişkileri gibi konulara açıklık getirdiği, Makâlât’ta yapılan insanların âbidler, zâhidler, ârifler ve muhibler olmak üzere manevî mertebelerle ilgili yapılan tasniflerin bu eserde de yer aldığı görülmektedir.
Hacı Bektaş Veli’nin Nasihatleri
Hacı Bektaş Veli’ye ait nasihat ve vasiyetlerin bir nüshası Hacıbektaş İlçe Halk Kütüphanesi’nde 29 numarada kayıtlıdır. Nasihatlerin, İstanbul Arkeoloji Kütüphanesi 891 numarada kayıtlı “Mecmuatü’r-Resâil” içinde eksik olarak bulunduğu da bilinmektedir.
Hacı Bektaş Veli’ye aidiyeti kanıtlanmamış bu eserin varlığından Esat Coşan bahsetmiştir. Coşan, eserin Hacıbektaş İlçe Halk Kütüphanesi 29 numarada kayıtlı nüshasında, Dedemoğlu tarafından “Akâid-i Tarikat”ı müteakiben Hacı Bektaş Veli’nin nasihat ve vasiyetlerinin kaydedildiğini belirtmiştir. Ayrıca İstanbul Arkeoloji Kütüphanesi 891’de kayıtlı Mecmuatü’r-resâil içinde tamamlanamamış bir Hacı Bektâş Nasâyihi olduğunu da söylemiştir. Bu nasihatlerin gerçekten Hacı Bektaş Veli’ye ait olup olmadığı konusunda kesin bir delil bulunmamaktadır.
Hacı Bektaş Veli’ye Ait Olduğu Söylenen Diğer Eserler
Gölpınarlı tarafından Hacı Bektaş Veli’ye ait bir “Hadis-i Erbain Şerhi” bulunduğu belirtilmiştir. Hacı Bektaş Veli’ye atfedilen şiirlerin de esasen “onun nefes evladı” olarak bilinen ve İdris Hoca ile Hatun Ana soyundan gelen üç Bektaş Çelebi’nin ilki Zekr-nus Yunus Bali Oğlu Bektaş Çelebi’ye (1554-1580) ait olduğu tahmin edilmektedir.
Hacı Bektaş Veli’nin “Hurde-Nâme” ve “Üssü’l-Hakîka” adlı iki eserinin daha olduğu söylenmekteyse de şimdiye kadar hiçbir nüshasına rastlanılmaması, eserin kimliği hakkında bir hüküm verilmesini güçleştirmektedir.