Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin Batın Aleminden Anadolu Erenlerine Selam Vermesi
Şöyle anlatılır: Ariflerin kutbu, Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri, Anadolu’ya yaklaşınca mana aleminden Anadolu erenlerine selam verip “Allah’ın selamı üzerinize olsun. Anadolu’da olan erenler ve kardeşler.” dedi. O zamanlar orada elli yedi bin eren vardı. Karaca Ahmed de onların gözcüleri idi. Hz. Hünkar’ın selam verdiği Fatma Bacı’ya malum oldu. Fatma Bacı ayağa kalktı. Hünkar varlığına doğru yönelip elini göğsüne koydu üç kere “Allah’ın selamı senin de üzerinde olsun.” deyip yerine oturdu. O mecliste hazır bulunan erenler, Fatma Bacı’nın selamını alıp tekrar oturduğunu görünce “Kimin selamını aldın?” diye sordular.
Fatma Bacı, “Anadolu’ya bir er geldi, siz erenlere selam verdi. Onun selamını aldık.” dedi. Sonra erenler “Kendisi nereli ve şuan nereden geliyor?” dediler. “Horasan diyarından ama Beytu’llah tarafından gelmekte.” dedi. O Erenler “Şimdi bir tedbir düşünelim ve onun Anadolu’ya girmesine engel olalım. Zira Anadolu halkını kendisine muhip edip buraları zapt eder. Bize yer kalmaz” dediler. Bunun üzerine velayet kanatlarıyla birbirine tutuşup Anadolu sınırını arza değin bağladılar (kapadılar).
Hz. Hünkar, Anadolu sınırlarına gelince yolunu kapadıklarını gördü. Mana aleminden velayetle arşın tavanına erişti. Melekler nurdan kubbe-i elif ile (onu) karşıladılar. “Merhaba, safa geldin, ey Resul evladı.” dediler. Sonra Hünkar, bir güvercin donunda (şeklinde) uçup Suluca Karahöyük’te bir taş üzerine indi. Mübarek ayakları, o taşa hamura gömülür gibi gömüldü, iz bıraktı.
Anadolu erenlerinin üzerine büyük bir korku düştü. Anadolu’ya bir erin geldiğini anladılar. “Anadolu’ya girdi, yolunu bağlayamadık.” dediler. Karaca Ahmed’e “Sen gözcüsün bir bak bakalım. O er Anadolu’ya girdi mi? Nerededir?” dediler. Karaca Ahmed de bir müddet manevi aleme dalarak bir saat sonra başını kaldırdı: “Her tarafa göz attım. Her yaratılmış, kendi çiftiyle. Fakat Suluca Karahöyük’ün üzerinde bir gökçe güvercin oturmakta, geldiyse O’dur. Zira ona baktığımda üzerime korku düştü. Ondan başkası değildir” dedi. “Birisi olsa da doğan şekline girip oturduğu yerde onu avlasa.” dediler. Meğer Hacı Tuğrul adında bir er vardı.
Ayağa kalkıp, “Himmet edin oturduğu yerde onu avlayıp size getireyim.” dedi. “Kuvvetin artsın.” dediler. Hacı Tuğrul, hemen o an doğan şekline girip havaya uçtu. Etrafa baktı. Bir gökçe güvercinin Suluca Karahöyük’ün üzerinde oturduğunu gördü. İçinden “Odur” deyip hemen pençesini açtı. Havadan hızla Hz. Hünkar’ın üzerine indi. Hünkar ululuğu hemen silkinip insan şekline girdi. O doğanı inerken yakalayıp öyle kuvvetle sıktı ki aklı başından gitti. Bir zaman sonra aklı başına geldi. Gözünü açınca, Hünkar varlığının, karşısında oturduğunu gördü. Derhal yerinden kalkıp peymançeye durdu. “Kötülük bizden, bağışlamak erenlerden, eksiklik ettik” deyip özür ve bağışlanma diledi. Elini öpüp ayağına kapandı. Başlığını çıkarıp önüne koydu. Geri çekilip durdu.
Hünkar varlığı “İyiliğim er, erin üzerine öyle gelmez. Siz bize zalim şeklinde geldiniz. Biz size mazlum şeklinde geldik. Eğer güvercinden daha mazlum bir şekil olsaydı, biz o şekilde gelirdik.” diye buyurdu. O’nun başlığını tekbirleyip başına giydirdi. O zaman Hacı Tuğrul “Sultanım bizim neslimizden ne kadar erkek ve dişi sorulursa size adağımız olsun” dedi. Ondan sonra Hz. Hünkar “Kalk şimdi o geldiğin yere git. Anadolu erenlerine bizden selam söyle gelsinler. Yüzlerini görüp nefeslerini duyalım. Sen de ne gördünse olduğu gibi anlat ve bizim adımıza onları, buraya davet et. Sen de yine onlarla yanımıza gel.” dedi. Hacı Tuğrul, kalkıp Rum erenlerinin yanına vardı, durumu anlattı. “Elli yedi bin Rum ereni, ne diye ayağına gidecekmişiz” dediler, sözünü tutmadılar.
O söze uymayıp herkes makamına döndü. Bu hal, Hz. Hünkar’a malum oldu. Oturduğu yerden herkesin çerağlarını bir kere üfleyip söndürdü. Üç gün üç gece çerağlarını yakamadılar. Bu işaretten başka Hünkar varlığı mübarek parmağıyla işaret etti. Hepsinin seccadeleri altlarından kayboldu.
Bu durumun üzerine hepsi toplanıp görüş ve düşüncelerini bildirdiler. “Bu işaretler o erin oyunudur. Bizi davet etti. Reddettik, davete gitmek gerekliydi.” dediler. Hepsi anlaşıp Hz. Hünkar’ın huzuruna geldiler. Seccadelerinin düzenli bir şekilde Hünkar varlığının önünde döşeli olduğunu ve yine o düzen üzere oturup toplandılar hepsi hep birden özür dileyip yalvarıp peymançeye durdular. “Erin sözünü hemencecik yerine getirmedik, eksiklik ettik. Kötülük bizden bağışlamak erenlerden” dediler. Sonra seccadeleri üzerine oturup sohbet ettiler. Hünkar varlığına yoluyla söz açıp “Sultanım gelişiniz nereden, kimin neslindensiniz, mürşidiniz kimdir?” diye sordular.
Hz. Hünkar, “Türkistan ilinde, Horasan diyarından geldik, aslımız Muhammed oğullarındandır. Babam İbrahim-i Sani diye meşhur Seyyid Muhammed’dir. Musayü-s Sani’nin oğludur. Musayü-s Sani, İbrahim-i Mükerremü’l-Mücab’ın oğludur. İbrahimü’l-Mücab, Hz. İmam Musa’yı Kazım’ın oğludur. Mürşidim doksan dokuz bin Türkistan pirinin başı Sultan Hoca Ahmed-i Yesevi’dir. Meşrebim, Muhammed Ali’den, nasibim Hüda’dandır.” dedi. Anadolu erenleri bu söze delil istediler.
Hünkar da Sultan Hoca Ahmed-i Yesevi’nin verdiği icazet-i çıkarıp göstermek istedi. O an, gökten tomar olup bir nesnenin indiğini gördüler. Doğru Hünkar’ın huzuruna indi. Yeşil bir fermandı. Açtılar. Yeşil sayfanın üzerine beyaz yazı ile “Bismi’llahi’r –rahmani’r-rahim el hamdu li’llahi’llezi ce’ale kulubi’l-arifine ila ahirihi” yazılmış olduğunu okular. Hünkar’a sordukları bütün soruların cevabı, Hünkar’ın dediği gibi bu fermanın içinde yazılmıştı. Söylenilenlerin doğruluğuna şüphe olmadığını anladılar. Hepsi kalkıp Hz. Hünkar’ın önüne başlıklarını koydular. Hünkar varlığı tekbirleyip başlarına giydirdi. Ehl-i beyti sevmeyi, muhabbeti öğretti. Anadolu’ya tevallayı o zaman Hünkar varlığı getirdi. Orada toplanan erenler, Hünkar varlığının hizmetine ona mürit bıraktılar. Sonra, Anadolu erenleri gitmek için izin alıp her biri tekrar el öpüp, kendi makamlarına gittiler.
Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin (Tapduk) Emre’ye Nişan Göstermesi
Anlatırlar: O zamanda Anadolu erenlerinden kuvvetli bir velayet eri vardı. Adı (Tapduk) Emre idi. (O erenler), Hünkar’ın huzuruna gelmeye niyet ettikleri zaman O’na da “Hacı Bektaş Hünkar’ın yanına gidiyoruz, sen de bizimle birlikte gel.” diye teklif edip davet ettiler. Emre, “Dost divanında bütün erenlere nasipleri pay edildiği zaman Hacı Bektaş Hünkar adlı kimse görmedik.” dedi.
Emre’nin bu sözünü Hz. Hünkar’a bildirdiler. Bu husus, Hünkar varlığına malum olmuştu. Sarı İsmail’i gönderip Emre’yi yanına getirtti. “Ey Emre, dost meclisinde nasip pay eden elde ne (gibi) bir iz vardı.” dedi. Emre “Yeşil perde arkasından bir el çıkıp, herkese nasip paylaştırdı. O elin ortasında latif, nurani yeşil bir ben vardı. Şimdi yine o eli görsem bilirim.” dedi. Hz. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, mübarek elini açıp Emre’ye gösterdi.
Emre, Hünkar’ın avucuna baktı, o söylenen ben, Hünkar varlığının mübarek avucunda mevcut idi. Üç kere “Tapduk Hünkar’ım Tapduk” deyip ikrar etti(doğrulayıp kabul etti). Sonra adı “Tapduk Emre” oldu. Hünkar’ın önüne başlığını indirdi. Hz. Hünkar da tekrar tekbirleyip başına giydirdi. İzin alıp makamına gitti.
Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin Suluca Karayük’e Gelip Yerleşmesi
Çepni boyunun ulularından Yunus Mukri adlı birisi vardı. Çepni boyundan ayrılıp Karahöyük yakınında Mikail adlı bir yere gelip yerleşmişti. Bu zat bir müddet sonra ordan da ayrılmış, yukarı tarafta Kayı denen yere gelmişti. Kayı ile Karahöyük’ün arası iki mil kadardı. Karahöyük’ü, Sultan Aliyyüddin’in Yunt bendesi mamur etmişti. Çepni boyunun ulularından Gevherveş de üç komşusuyla bu Yunt bendeyi Sulucakarahöyük’e getirmişti. Yunt bende orda öldü, oranın mezarlığına gömüldü.
O vakit, o civarda bilgin olarak yalnız Yunus Mukri vardı. Hatta Gevherveş’in yakınlarından biri ölmüştü. Yunus Mukri de tesadüf bu ya evinde yoktu, bir iş için bir yere gitmişti. Ölüyü üç gün gömmediler. Nihayet Yunus Mukri geldi de ölü gömüldü. Gevherveş bunun üzerine Yunus Mukri’ye yalvardı, biz siz olmadan bir iş yapamıyoruz, lütfet de burada bizimle otur dedi. Yunus Mukri, Gevherveş’in bu sözleri üzerine Konya’ya gitti, Sultan Alüyyiddin’e kendisini tanıttı, Sulucakarahöyük’ü yurt olarak vermesini istedi. Sultan Alüyyiddin, orasını Yunus Mukri’ye yurt olarak verdi. Yunus Mukri, beratını alıp köye geldi, yerleşti, bir müddetten sonra da öldü.
Yunus Mukri’nin İbrahim, Süleyman, Saru ve İdris adında dört oğlu kaldı. İdris, babası gibi bilgin ve üstün bir kişiydi. Saru da okumuştu, fakat ikisi okuma yazma bilmezdi. İdris’in ahret hatunlarından bir karısı vardı. Adına Kutlu Melek derlerdi, aynı zamanda kendisini sayıp ağırlarlar, Kadıncık diye hitap ederlerdi. Yunus Mukri’nin ölümünden sonra oğulları evleriyle barklarıyla Kayı’dan göçüp, Sulucakarahöyük’e geldiler. Yunus Mukri’nin dört oğlu, bir Gevher-diş, iki komşusuyla birlikte yedi ev oldular.
Bir gece Kadıncık belinleyip uykusundan uyandı. İdris sebebini sorunca Kadıncık, “acayip bir rüya gördüm” dedi. “Sen, bilgin bir kişisin bir sor bakalım.” İdris, “ne rüya gördün?” deyince Kadıncık anlatmaya başladı: “Ondört gecelik dolunay, eteğimden koynuma girdi. Yakamdan çıkmak istedi, yakamı tuttum. Yenimden çıkmak istedi, yenimi tuttum. Bu sefer eteğimden çıkmak istedi. Yere oturdum. O anda korkup uyanıverdim.” dedi. Sonra İdris, “Kadıncık güneş enbiyalara, ay evliyalara işaret eder. Anladığım bildiğim budur ki bir çocuğun dünyaya gelecek, Evliya-u’llah’tan olacak. Yalnız Allah ehli olan birisinin gelip sana safa-nazar himmet etmesi gerekecek ve onun himmeti bereketiyle senin dünya ve ahretin ma’mur olacak.” dedi. Kadıncık’ın o güne kadar hiç çocuğu olmamıştı. Bu rüyanın üzerinden birkaç gün geçti.
Bir gün Kadıncık, bazı kadınlarla beraber çamaşır yıkamaya çeşmeye gitmişti. İleriden Hacı Bektaş belirip çıka geldi. Başında kızıl taç, elinde Arabistan kerrakesi vardı. Çamaşır yıkayan kadınlara, “bacılar” dedi; “karnımız aç, Tanrı rızası için yiyecek bir şeyiniz varsa verseniz.” Kadınlar, “derviş” dediler, “burada yemek ne gezer ki sana verelim.” Kadıncık, hemen kalkıp koştu, evine vardı, bir parça ekmeğin içine yağ koydu, getirip Hünkâr’a verdi. Hacı Bektaş, “artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin” dedi. Kadıncık, çamaşır yıkamaya gidince İdris’in anası, “gelin çamaşır yıkamaya gitti, bari yemeği ben pişireyim.” dedi. Yemeği ocağa koydu, yağ almak için yağ küpünü açtı. Bir de ne görsün, küp ağzına kadar yağla dopdolu. Kadıncık, çamaşır yıkayıp eve gelince “gelin” dedi, “yağı nerden aldın da küpü doldurdun?” Kadıncık, “ben yağ filan almadım, yalnız çamaşır yıkarken bir derviş gelmişti, yemek istemişti. Koşup eve geldim, biraz ekmekle yağ aldım, götürdüm; olsa olsa onun duası, bereketiyle küp dolmuştur.” dedi.
İdris, gelince hali anlattılar. İdris, “Kadıncık” dedi, “O gördüğün düş, zuhur etti, o er, mescide gelen dervişten başkası değil.” Sonra gördüğünü anlattı. Kadıncık, şükür secdesine kapandı. İkisi de kalkıp mescide geldiler. Kadıncık, “sen erkeksin” dedi, “önce sen gir”. İdris, “olmaz” dedi, “önce sen gir, çünkü düşünde, önce sen gördün.” Kadıncık, besmele çekip girdi, ardınca da İdris girdi. Hacı Bektaş’ın huzuruna varıp elini öptüler, geri çekilip durdular. Hz. Hünkar “Bu vakitte niye geldiniz, ne istiyorsunuz?” dedi. Onlar da “Sultanım siz erenleri evimize davet etmeye geldik, evimizi şereflendireceğinizi ümit ediyoruz.” dediler. Hz. Hünkar “Şimdilik burada ibadet etmeye niyetlendim. Başka yere gitmem.” dedi. Ne kadar ısrar ettilerse de razı olmadı.
Kadıncık, dönüp eve geldi. Bir sofraya hazırda ne varsa koyup Hünkâr’a götürdü, “bari lütfedin yiyin de bize hayır dua edin.” dedi. Hacı Bektaş, yemek de yemedi. Orada erbain çıkardıktan sonra Arafat dağındaki Çilehane’ye geldi. Karanlık bir mağara olduğunu gördü, önündeki bir yeri mübarek parmağıyla eşti, güzelim bir su çıktı ordan. Şimdi o suya Zemzem Suyu derler. Arafat Dağı’ndaki çilehaneyi ziyaret edenler kutsanmak için o pınarda yıkanırlar.
Ertesi gün, ikisi de Arafat Dağına çıktılar, Çilehane’ye geldiler. Hacı Bektaş’ın elini öptüler, ayağına yüz sürdüler: “Erenler Şahı dediler, mübarek ayağın, kullarınızın evine bassın; erenlerin işi, murad vermektir, kerem etmektir.” Hünkâr, “bizim” dedi, “yükümüz ağırdır, zahmet çekersiniz; sevicilerimiz, âşıklarımız, muhiplerimiz çoktur. Ziyarete gelirler, size zahmet olur.” İdris’le Kadıncık, “Tanrı izin verirse dediler, koyundan, sığırdan, maldan, rızıktan, neyimiz varsa hepsini aşkına harcederiz. Bir şeyimiz kalmazsa dervişlik zembilini bize verirsiniz, Müslümanların ihsanlarını toplarız, getirir, muhiplere, sevicilere harcarız.” Hacı Bektaş, bu sözleri duyunca kalktı, paşmaklarını giydi. İdris önde, ardında Hacı Bektaş, en arkada da Kadıncık, yürüyüp doğruca eve geldiler. Tenha bir yerde halvet yurdu seçtiler. Erenlerin bir çilehaneleri de Kadıncık’ın evine yakındır. Hünkâr, bazı kere Kadıncık’ın evinde ibadet ederdi, bazı kere de çilehanede.
Hünkâr, bir gün Kadıncık’ın evinde iken, duvar eğildi, yıkılacak hale geldi. Kadıncık, “Erenler Şahı” dedi, “duvar eğildi gibi, ordan uzaklaşsanız.” Hacı Bektaş, mübarek eliyle duvara “dur” diye işaret etti, duvar durdu.
Kadıncık, “Erenler Şahı” dedi, “bu duvar, bu haliyle durur mu?” Hünkar, “kıyamete kadar durur, yıkılmaz!” dedi. Gerçekten de bu zamana kadar öbür duvarların hepsi yıkıldı, yapıldı, o duvar hala durur, yıkılmaz.
Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin Yumruğuyla Çilehaneye Bir Pencere Açması
Şöyle rivayet edilir: O zaman Hz. Hünkar Hacı Bektaş Veli, Arafat Dağı’ndaki mağarada niyetle ibadete oturmuştu. Ansızın Anadolu erenlerinden birkaç velayet eri Hünkar ululuğunu görmeye geldiler. El öpüp birlikte oturdular. Erenler, bir hayli gerçeklerden sohbet ettiler.
Sırası geldiğinde: “Erenler Şahı! bu ibadet ettiğiniz yer güzel ve sevilen bir yer. Ama çok karanlık. Işık girecek bir yer yok. Keşke bir de penceresi olsaydı, çok iyi olurdu.” dediler.
Hz. Hünkar Hacı Bektaş Veli, o erenlerden bu sözü işitir işitmez Çilehanenin dışarı gelen tarafına bir yumruk vurdu. Orada bir adam sığacak kadar yer açıldı. Hoş bir aydınlık oldu. O erenler bu velayeti görünce çok beğenip övdüler. Hünkar varlığının kuvvetine şaşırıp kaldılar. Sonra veda edip makamlarına vardılar.
Beş Taşın Dile Gelip, Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’ye Şahitlik Etmesi
Anlatılır ki Hz. Hünkar Hacı Bektaş el- Horasani, Suluca Karahöyük’te Kadıncık’ın evine yerleşti. O zamanlar çok ev yoktu. Hemen hemen yedi ev vardı. O sebepten sığırlarını güdücüye vermez, sırayla güderlerdi. Bir gün nöbet İdris’e geldi. İdris’in önemli bir işi oldu. “Kadıncık bugün sığır sırası bize geldi, ama benim de önemli bir işim var. Bırakılacak gibi değil. Yerime para ile sığır güdecek adam da yok ne yapacağımı bilmiyorum.” dedi.
O an İdris’in böyle dediğini Hünkar ululuğu işitti. “Sen tasalanma iyiliğim git işini gör. Bu günlük sığırları ben gözleyeyim. Tanrı izin verirse bir zarar gelmez.” dedi. İdris “Sultanım uygun değildir. Size zahmet olur.” dedi. Hünkar, “Sen tasalanma, gam değildir.” dedi. Hünkar varlığı, köyün dışına çıkıp durdu. İdris de sığırları toplayıp Hünkar’ın yanına getirdi. Kendisi işini görmeye gitti. Sığırlar otlayarak Mucur yolunda Beş Taş’a yaklaştılar. Hünkar varlığı da oraları gezip eğlenirken İdris’in kardeşi Sarı’nın, çiften ayırdığı öküzlerini sürüp sığıra katmaya getirdiğini gördü.
Hünkar, “Sarı, senin sığırlarını gözlemem, bahane arama, al öküzlerini git.” dedi. Sarı, “Bütün köyün sığırları buradadır. Bir şey olmaz. Sığırlar nöbetleşe güdülüyor. Bu gün İdris’indi. Sen “Ben güderim.” diye üzerine aldın. O sana inandı. Bıraktı işine gitti. Ben de bu köydenim. Öküzlerimi nereye götüreyim, yalnız mı güdeyim? Öküzlerimin bu köylünün sığırlarıyla birlikte güdülmesi lazım.” dedi. Hünkâr, tekrar “ben senin öküzlerini gitmem. Sığırlarını gözlemeyince kurt yer veyahut bir zarar olursa günah benim değildir. Al öküzlerini git.” dedi. Sarı, “Bu söz değildir. Köylünün sığırları ne olursa benim öküzlerim de öyle olsun.” dedi.
Meğer orada beş tane büyük taş vardı. Hz. Hünkar, hemen o taşlara doğru dönüp “Ey taşlar siz tanık olun, ki gerektiğinde şahitlik edesiniz.” dedi. Sarı, öküzleri bırakıp gitti. Akşam oldu. Köylünün sığırları tamam olarak geldiler. Sarı’nın öküzleri gelmedi. Etrafa bakarak açık alana(otlağa) çıktı. Sığırların ikisini de kurt yemiş, bir derede yatar gördü. Sarı geldi herkesin önünde davacı oldu. Hünkar, “Sana delil(şahit) koydum. Sözümü işittin ama bırakıp gittin. Bana ne diyorsun. Bundan bana ne!” dedi. Sarı inkar edip “Ne zaman şahit kodun.” dedi. Hünkar, “Benim sana delil koyduğuma beş tane tanığım var.” dedi. Sarı, “Orda sığır otlağında hiç kimse yoktu ki sen onları tanık tutasın. Dediğine bakın.” Dedi. Hünkar, o topluluğa “Gelin sizinle tanıklarımın yanına gidelim. Sizler de dinleyin.” dedi.
Hz. Hünkâr, O köy halkının birkaçıyla Beştaş’ın yanına geldiler. “Hani tanıkların?” dediler. Hünkar o taşları gösterip “İşte tanıklarım bunlardır.” dedi. Onlar, “Bunlar cansız taşlardır hiç hareket etmezler. Nasıl tanıklık ederler.” dediler. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli hemen o taşlara dönüp “Ey taşlar, Tanrı izniyle dile gelip olan hadiseyi dosdoğru anlatın.” dedi. O taşların hepsi de hemen Hünkar’ın karşısına dizilip hep birlikte dile gelip “Biz tanıklık ederiz ki Sarı, öküzlerini sığıra katmak istedi. Sen delil kodun ‘Bugün senin öküzlerini gözlemem kurt yer, herhangi bir zarar gelirse günah benim değil. Al öküzlerini git’ dedin. Sarı da inatlaşıp bırakıp gitti. Sen o zaman bizi tanık tuttun. Buna şahidiz. Şahitlik ederiz.” dediler.
Köy halkı o taşlardan bunları işitip bu hususta Sarı’ya lanet ettiler. Sarı bu velayeti de gördü. Ama kabullenmedi. Sokranarak gitti. Ondan sonra o topluluk Hünkar’ın ayağına kapandı. Birlikte Karayük’e geldiler. Oturdular.
Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin Hamur Kayada Gösterdiği Velayet
Hacı Bektaş el-Horasani, Suluca Karayük’ün batı tarafına gezmeye çıkmıştı. Birisinin köyün dışında kerpiç yapmak için balçığı ayakladığını gördü. Erenler şahı da arzulayıp o balçığa girip ayaklamaya başladı.
O kişi “Derviş, bu gördüğün balçığı gördüğün gibi ben de ayaklarım. Hal eri dediğin, şu kayanın üzerine çıkıp onu balçık gibi ayaklamalı ki biz de görüp ona muhip olalım.” dedi. O kerpiç kardığı yerin üst yanında büyük ve yerli bir kaya vardı. Hacı Bektaş Veli, o kayanın üzerine çıktı. Anında mübarek ayakları hamura gömülür gibi kayaya gömülüp balçık gibi onu ayaklamaya başladı. Mübarek dizleriyle de dizledi. O kişi erenlerden bu velayeti görünce aklı başından gitti. Ayağına baş koydu. Bu hali köy halkına da anlattı. Hepsi gelip gördüler. Erenlerin mübarek ayaklarına yüz sürdüler. O kaya, hala durur ve Hamur kaya diye anılır.
Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin Bıçakla Taş Kesmesi
Suluca Karayük’ün mescidinin önünde büyük bir taş vardı. Hacı Bektaş el-Horasani günlerden bir gün o kayanın üzerine oturmuştu. Mübarek eliyle hıyar soyuyordu.
Köy halkından birisi gelip “Derviş! o hıyarı bizim bıçaklarımız da keser. Keramet sahibi bir er isen, şu taşı kes ki biz de senin er olduğunu bilelim. Sözüne inanıp güvenelim.” dedi. Meğer o zaman erenlerin önünde sivri bir kaya vardı. Hemen Bismi’llah deyip elindeki bıçağı o taşa öyle bir çaldı ki taştan büyük parça kopup yere düştü. O kişi, erenlerin bu velayetini görünce mübarek ellerini öpüp ayaklarına yüz sürdü.
Oturduğu o taş ve kestiği kaya hala evinin önünde, Akkapı’nın dışındadır. Muhipler ziyaret ederler.
Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin Buğdayı, Mercimeği Taş Etmesi
Hacı Bektaş el Horasani, Suluca Karayük’ün doğu tarafını gezmeye çıktı. O zamanlar o köyün harmanlarının hepsi savrulup çeç olmuştu. Kırşehir’den şahne(vergi memuru) gelip ölçer, sonra da kaldırırlardı. Yine o alışkanlık üzerine arpa, buğday mercimek, çavdar ne varsa döküp savurup çeç etmişlerdi. Sapla üzerini örtmüşlerdi.
Hz. Hünkar yaklaşıp mübarek eteklerini açtı. O harman sahiplerinden “bir şey” istedi. Onlar “Derviş bir şeyimiz yok, sana ne verelim.” dediler. Hünkar ululuğu “Bir şey değilse, bir şey olmasın.” dedi. Hemen geri döndü. O kişiler, Erenlerin bu sözünü işitince harmanın üzerini açıp hepsinin taş olduğunu gördüler. O’nun bu velayetini büyüye yordular. “Bu taneler taş olduysa altınımız akçemiz çoktur.” dediler. Hünkar ululuğu onların böyle söylediğini işitip mübarek ağzından öyle bir nefes geldi ki “O güvendiğiniz de aynı olsun.” dedi. Yürüdü gitti.
Bunların hepsi harmanlarını bırakıp evlerine geldiler, bütün altın ve akçelerinin hepsinin taş olduğunu görüp dışarı attılar. O zamandan bu zamana kadar yerin dibinde kaynayıp som taş olmuşlardır. İçinde o buğday tanelerinin hepsi açıkça görülür.
Rivayet bu şekildedir ki erenlerin muhipleri bir araya toplanıp Hacı Bektaş-ı Veli’nin huzuruna geldiler. El öpüp “Sultanım insanlara tuhaf nefes etmişsiniz, insana nasip olacak taneler tamamen taş olup ziyan olmuş hiçbir işe yaramaz.” dediler. Erenlerin mübarek ağzından geldi ki “Ziyan olmasın iyiliğim, her birinden bir evladımız olsun. Bizden sonra muhiplerimize yadigar olsun. Ama şu şartla. Üç gün oruç tutsunlar. Cuma gecesi olduğu zaman eşleriyle bir araya gelip dişlerine değdirmeden bu tanelerden birini yutsunlar, o gece helalleriyle Ulu Tanrı onlara bir oğlan nasip eder. Mercimek yutarsa kızları olur. Kesesinde taşırsa altını, akçesi eksik olmaz.” dedi.
Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin İşaretiyle Kızılca Halvetin Yapılışı
Hacı Bektaş el Horasani, her zaman gelip şimdiki halvethanenin yerinde otururdu. Muhipler, “Hünkar’ın her zaman gelip buraya oturması boşuna değildir. Galiba kendisinin bir halvethanesinin olmasını istiyor. O sebepten her zaman burada oturuyor.” dediler. Bu fikirlerini erenlere de açıkladılar. Muhiplerden birisi sevabını almak için herkesten önce o halvethaneyi yaptırmaya niyet etti. Sarı İsmail’e bu fikrini açıkladı. “Benim için erenlerden izin alıverseniz de halvethaneyi yaptırsam.” dedi.
Sarı İsmail de Erenlerin huzuruna gelip muhibbin niyetini söyledi. Hünkar “İsmail’im muhibbimize söyle bir mimar getirsin. Ben de istediğim gibi bir yer çizeyim. O da yetecek kadar taş getirip yondursun.” dedi. Sarı İsmail de Erenlerin dediğini muhibbe söyledi. Muhip erenlerin bu sözünü işitince hatırı hoş oldu. Hemen bir üstad mimar getirdi. Hünkar varlığı mübarek eliyle Kızılca Halvet’in şimdiki yerini çizdi. Mimar gelip gördü. Yetecek kadar taş yondurdu, hazırladı. Taşların hepsi düzgün yonuldu.
Ertesi sabah halvethanenin yapılmış olduğunu gördüler. Onu gören muhibbin gönlü incindi. “Bu binanın yapılması için usta getirdim. Taş getirip yondurdum. Bütün sevabını almak için onu yaptırmak istedim. Şimdi gelip benim hayrımın üzerine bir gecede bu binayı yaptıran kimdir?” dedi.
Sarı İsmail bu sözü işitip Erenlere bildirdi. Hünkar ululuğu, “İsmail kimse gelip onu yaptırmadı. Bir anda nefesle yapıldı. Maksat sevap ise o sevap, onun amel defterine yazılmıştır.” dedi. Sarı İsmail erenlerin bu sözünü o muhibbe söyledi. Söz konusu muhip de bu sözü işitip Evliyanın velayetiyle yapıldığını anladı. Diğer muhibler de Erenlerin bu velayetini işitip hepsi mutlu oldular.
Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin Kadıncık Ana’ya Velayet Göstermesi
Kadıncık’ın atasından birçok mal kalmıştı. Hünkâr, Sulucakarahöyük’e yerleşince Kadıncık, bütün malını mülkünü, erenler yoluna harcadı, hiçbir şeyi kalmadı, eğninde yalnız bir gömleği kaldı.
Birgün, Horasan tarafından bir bölük Kalender topluluğu geldi. Hünkâr, Saru İsmail’i Kadıncık’a gönderdi, “gelen topluluğa sofra yaysın, nimet versin!” dedi. Saru İsmail, Hünkâr’ın sözünü Kadıncık’a söyleyince Kadıncık, “İsmail’im” dedi, “işte görüyorsun, nesnem kalmadı, arkamda ancak bir gömlek kaldı.” dedi. Gömleğini çıkardı, kendisi tandır içine girdi, “al dedi, sat bu gömleği de ne ederse onunla yiyecek al, o topluluğu ağırla.” Saru İsmail, alıp sattı, yiyecek aldı, sofra yaydı, yemekler yenilip dualar edildi.
Kadıncık’ın adetiydi, her gelen topluluğa gelip “safa geldiniz!” derdi. Hünkâr, Saru İsmail’e “İsmail” dedi, “git Kadıncık’a söyle, gelip erenlere, safa geldiniz desin.” Saru İsmail, Hünkâr’ın sözünü Kadıncık’a söyledi. Kadıncık, “görüyorsun ya!” dedi, “çırçıplağım, tandır içindeyim.” Saru İsmail gitti, bu hali Hünkâr’a bildirdi. Hünkâr’ın yanında bir dolap vardı, içinden bohça çıkardı, Saru İsmail’e verdi, “götür!” dedi, “içindeki elbiseyi giysin! Kadıncık, sonra gelsin, Horasan erenlerine safa geldiniz desin.” Kadıncık elbiseleri giydi. Öylesine ağır elbiselerdi ki gözler görmemişti. Kalktı geldi, erenlere “safa geldiniz!” dedi, Hünkâr’ın elini öptü.
Hünkâr, “Kadıncık” dedi, “ileri gel, eteğini aç!” Kadıncık ileri varıp eteğini açınca Hünkâr, seccadesinin altına elini soktu, bir avuç altın alıp Kadıncık’ın eteğine koydu, “git!” dedi, “harca, eksildikçe de gel iste! Önün, sonundan gür olsun, dünyada nesnen eksik olmasın.” dedi. Kadıncık, erenlerin himmetini ve duasını aldı, evine gitti, karar etti. Erenlerin hizmetine meşgul oldu.
Hünkar Hacı Bektaş- ı Veli’nin Hırkasını Yakıp Orman Bitirmesi
Hz. Hünkar Hacı Bektaş el Horasani Suluca Karayük’e gelip yerleşti. Onun keramet ve velayetini işitenler, Erenlerin ziyaretine gelip onun himmetini alırlardı. Bazıları yerlerine döner, bazıları bu yolu seçip erenlerin hizmetinde kalır ve Erenlerden nasibini tamam olarak alırdı. Bu sebepten büyük toplantılar olurdu.
Suluca Karayük’ün çok kış yaptığı bilinir, rüzgarı çok fazladır. Orada toplanan müridler ve muhibler Karayük’ün soğuğundan incinip Hünkar ululuğuna Karayük’ten ayrılıp sahilde bir yere yerleşmesini söylemek istediler. Bir gün söz esnasında yeri gelmişken “Erenler Şahı buranın rüzgarı çok fazla, çok esiyor.” dediler. Hünkar “Erenler bizi çok ziyarete geliyor. Burası o yüzden çok esiyor.” dedi. Bir gün halifeler ve dervişler tekrar kararlaştırıp Hünkar varlığına Karayük’ün soğuğundan şikayet ettiler. “Erenler Şahı burası çok yüksek, karı çok. Ne olur! Erenlerden diliyoruz. Buradan kalkıp sahil bir yere yerleşseniz. Sizin muhabbetinizi arzu edenler huzur bulup rahat olsalar.” dediler. Hünkar varlığı halifelerin bu sözlerini duyup “Hakk’a giden hak uğrum hakkı için buradan daha yüksek ve buradan daha soğuk bir yer olsaydı, orada otururdum ama sizin odun ihtiyacınızı karşılayayım üzülmeyin.” dedi. Erenlerin, Suluca Karayük’ten gitmeye niyetinin olmadığını anladılar. Bir daha ağız açıp bu şekilde konuşmadılar. Hz. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli günlerden bir gün birkaç dervişle Hırka Dağı’na çıktılar. Hünkar varlığı “Odun toplayın, ateş yakın.” diye buyurdu. Orada olan dervişler “Baş üstüne” deyip her biri bir tarafa odun toplamaya gittiler. Çalı çırpı toplayıp büyük bir ateş yaktılar. Ateş yanıp kızardığı zaman Hünkar ululuğu ayağa kalktı. Coşarak semaha başladı. Onu gören dervişler de Hünkar’la birlikte semaha başladılar. O ateşin etrafında bu şekilde kırk kere dolandılar. Sonra Hz. Hünkar Hacı Bektaş- ı Veli sırtından hırkasını çıkarıp ateşin üzerine attı ve uzaklaştı.
Hırka tamamıyla yandı, kül oldu. Sonra Hünkâr, o külü aldı, savurdu, bu külün düştüğü yerden odun bitsin dedi. Dönüp makamına vardı. Bu andan itibaren Hırka dağının odunu günden güne çoğaldı. Abdallar, gidip keserler, getirip yakarlar, ısınırlardı.
Bu yüzden o dağa “Hırka dağı dendi”, odunu kıyamete dek bitmez dendi.
Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin Gayb Erenleriyle Buluşması
Bir gün ikindi vaktinde Suluca Karayük’ün halkı Hırka Dağı’nın üzerinde iki tane ışık görüp Sarı İsmail’e haber verdiler. O da erenlerin huzuruna gelip “Erenler Şahı Hırka Dağı’nda iki ışık yanarken görmüşler. Gelip haber verdiler.”dedi. Hünkar, “Evet İsmail”im onlar gayb erenleridir. Vatanlarından kalkıp bizi görmeye geldiler. Biz de onları karşılayalım.” dedi. Sarı İsmail’i de yanına alıp Hırka Dağı’na doğru yola koyuldular.
O gelen gayb erenleriyle buluşup görüştüler. Hünkar varlığı ile oturup üç gün üç gece sohbet ettiler. Sonra vedalaşıp gayb erenleri kendi makamlarına, Hünkar varlığı da Sarı İsmail’le birlikte Suluca Karayük’e döndüler.
Halifeler, erenleri görünce “Ne tez gittiniz, ne tez geldiniz?” dediler. Sarı İsmail, “Bu nasıl tez gelmektir? Üç gün üç gece erenlerle sohbet ettik. Henüz ayrıldık. Onlar kendi yerlerine biz bu tarafa geldik.” dedi. Halifeler “Hangi üç gün üç gece. Bu ikindi vakti gittiniz. Daha gün kavuşmadan döndünüz.” dediler.
Sarı İsmail bunun Hünkar’ın kerameti olduğunu anlayıp sustu.
Seyyid Mahmut Hayran’ın Aslana Binip Gelmesi
Hz. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Horasan’dan Anadolu’ya gelip Suluca Karayük’te yerleşince velayet kerametleri ve güzel menkıbeleri etrafa yayıldı. Her yerden bunları işitenler, Erenleri görüp himmetini almak için bulunduğu yere gelmek istiyorlardı. Akşehir’de Seyyid Mahmud Hayran adında bir er vardı.
Erenlerin güzel vasıflarını işitince O da bir aslana bindi. Bir yılanı kamçı yaptı. Üç yüz dervişle Akşehir’den çıkıp Hünkar’ı görmek üzere yola çıktı. Bu tarafta; Hünkar ululuğuna “Sultanım Akşehir’den bir er aslana binmiş, bir yılanı kamçı yapmış, üç yüz molla dervişle siz erenleri görmeye geliyor, işte Aliler Beli’ne yaklaştılar.” Diye haber verdiler. Hacı Bektaş-ı Veli, “İyiliğim, o er canlıya binim geldiyse, biz de cansıza binip onu karşılayalım.” dedi.
Kızılca Halvet’in yakınında dam duvarı gibi bir kaya vardı. Onun üzerine bindi ve “Ey kayacık Tanrının izniyle o gelen erenlere doğru yürü.” dedi. Kaya hemen kuş gibi gürleyip Aliler Beli’ne doğru yürüdü. O kayanın, şimdiki halde başı ve gövdesi kuşa benzer. Gelelim bu tarafa; Seyyid Mahmud Hayran altında aslan elinde bir yılan, önünde dervişler yaya olarak büyük bir gösterişle Aliler Beli’den göründü.
Bir de baktı ki bir er cansız bir kayaya binmiş kendisine karşı tozu toprağa katarak geliyor. Seyyid Mahmud Hayran, Hünkar’ın bu gücünü görünce çok şaşırdı ve onun nasıl biri ve ne mertebede olduğunu anladı. “Er nazarına küstahlık ederek gelmişiz.” deyip hemen aslandan aşağıya indi ve yılanı da serbest bıraktı. Erenlerin huzurunda eğilip yalvardı.
Hünkar varlığı kayaya “Dur” diye işaret etti. Kaya da bugün olduğu yere gelince durdu. Hünkar ululuğu, kayadan aşağıya indi. Halifeler, dervişler yanına toplandılar. Seyyid Mahmud Hayran yaklaşıp Hünkar varlığıyla ve diğer dervişlerle kucaklaştı. Üç yüz molla derviş de Hünkar’ın elini öpüp başlarını ayaklarına koydular. Bir tarafa Hünkar, halife ve dervişleriyle, bir tarafa da Seyyid Mahmud Hayran dervişleriyle oturdu.
O kayanın dibinde anlatılamayacak kadar büyük bir meclis kuruldu. Etraftan bu durumu işiten diğer muhipler de geldiler. Bu şekilde tam bir hafta sohbet ettiler. Bir hafta sonra Seyyid Mahmut Hayrani, peymançeye durdu, kalkıp Hünkar’dan izin istedi. Hünkar varlığı, “Hayran o geldiğin yeri sana yurt verdik. Orası senin ekmeğin olsun.” dedi. Seyyid Mahmud Hayrani, Erenlerin safa nazarını aldıktan vedalaşıp Akşehir’e doğru yürüdü gitti.
O kaya, hala Tekke Kaya olarak anılmaktadır.
Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin Yunus Emre’yi Tapduk Emre’ye Göndermesi
Hünkar Hacı Bektaş el- Horasani, Anadolu’ya gelip Suluca Karayük’e yerleşince bu anlatılan velayet ve kerametleri gösterip, civarda tanındı. Her taraftan mürit ve muhibler geliyordu. Yeme, içme, semah yapılmaya, büyük meclisler olmaya başladı. Fakir ve çeşitli istekleri olan kişiler Hünkar’ın huzuruna gelip, nasiplerini alıp gidiyorlardı.
Sivrihisar’ın kuzey tarafında Sarı Köy adında bir yerde Yunus adlı birisi vardı. Ekincilik eden fakir bir adamdı. Bir zaman geldi, kıtlık oldu. Ekini bitmedi. O da erenlerin övülecek vasıflarını duymuştu. Herkesin muradına erdiğini ve hakkı olanı alıp boş dönmediğini duyan Yunus da bir bahane ile erenlerin huzuruna varıp bir miktar yiyecek almak istedi. Hemen bir öküze bir yük alıç yükleyip Suluca Karayük’te Hünkar ululuğunun huzuruna getirdi. El öpüp “Sultanım, ben fakir bir kişiyim. Bu yıl mahsul olmadı. Bu meyveyi kabul edip bahasını hediye edin. Sizin aşkınıza yiyelim.” dedi. Hünkar varlığının işaretiyle abdallar alıcı alıp yediler. Yunus da bir iki gün orada kaldı. Gitme zamanı gelince Hazret-i Hünkar’a bildirdiler. Hünkar, “Sorun bakalım ne istiyor. himmet mi (buğday) verelim, nefes mi verelim?” diye buyurdu. Hünkar ululuğunun dediğini Yunus’a bildirdiler. Yunus, “Ben nefesi ne yapayım? Bana buğday versinler.” dedi.
Yunus’un cevabını Hünkar’a bildirdiler. “Gidin söyleyin, alıcın her bir tanesine iki nefes verelim.” dedi. Erenlerin bu sözünü de Yunus’a bildirdiler. O yine “Buğday versinler.” dedi. Yine Hünkar’a söylediler. Bu defa da “Alıcın çekirdeği başına on nefes verelim.” dedi. Tekrar Yunus’a bildirdiler. “Ben nefesi ne yapayım? Ev halkı için bana buğday lazım.” dedi. Yunus bu kadar işarete razı olmadı.
Hz. Hünkar emretti. Öküzüne götürebileceği kadar buğday yüklediler. Yunus, Erenlere veda edip yola koyuldu. Köyün aşağı tarafındaki hamamın öte yanındaki yokuşu çıkar çıkmaz düşündü ve gönlünden “Ben ne olmayacak iş ettim. Velayet erenlerine gittim. Bana nasip sundular, alıcın her çekirdeği başına, on nefes verdiler, ben kabul etmedim. Bu buğdayı yiyince tükenecek bende o nasipten mahrum kalacağım. En iyisi hemen şimdi geri döneyim. Belki o himmet buyurdukları nasibi hediye ederler.” dedi. Bu fikirle geri dönüp tekkeye geldi. Buğdayı indirdi. Halifeler bu durumu görüp sorunca “Bana buğday gerekmez. Erenler bana o himmet ettikleri nasibi versinler.” dedi. Durumu Hünkar varlığına bildirdiler. “O iş bundan sonra olmaz. Biz onun kilidinin anahtarını Tapduk Emre’ye verdik. Gitsin ondan alsın.” dedi. Yunus’a bu şekilde haber verdiler. Yunus, bu sözün üzerine Tapduk Emre’ye geldi. Erenlerin selamını getirdi. Her şeyi olduğu gibi anlattı. Tapduk Emre, Yunus’un bu sözünü işitip “Safa geldin. Kadem getirdin. Durumun bize malum olmuştur. Hizmet et, emek harca, nasibini al.” dedi. Yunus “Erenler ne iş buyurursa o işi yapalım.” dedi.
Meğer Tapduk Emre’nin tekkesi ormana yakındı. Ona tekkeye odun getirme işini verdi. Yunus, Tapduk Emre’nin tekkesine odun çeker, yaş ağaç kesmez, eğri odun getirmezdi. Kırk yıl hizmet etti. Günün birinde Tapduk Emre’ye bir neşe geldi. Meclisinde Yunus-ı Güyende adında bir şair vardı, ona söyle dedi. O söylemedi. Tapduk, Yunus dedi, sohbet et, şevkimiz var işitelim. Yunus gene söylemedi.
Bu sefer Tapduk, Yunus Emre’ye döndü, Hünkâr’ın nefesi yerine geldi, vakti tam oldu, o hazinenin kilidini açtık, nasibini verdik, hadi söyle dedi. Hemen, Yunus Emre’nin gözünden bir perde kalktı, söylemeye başladı. Söylediği nefesler, büyük bir divan oldu.
Molla Sadeddin’in Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin Üzerine Taş Yuvarlaması
Molla Saidüddin, on sekiz yıl Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerinin hizmetinde bulundu. Bir gün yağmur yağdı, sonra hava açıldı. Suluca Karayük adlı köyün bir mescidi ve o mescidin önünde büyük siyah bir taş vardı. Hünkar ululuğu her zaman o taşın üstünde otururdu.
Molla Saidüddin’i çağırıp “Yağmur yağdı. Şu mescidin damına çık, loğ taşıyla loğla da damlamasın.” dedi. Hünkar varlığı o taşın üzerine uzanıp bir müddet dinlendi. Molla Saidüddin mescidin damına çıktı. Loğ taşını eline alıp loğlama başladı. Hz. Hünkar’ın o kadar farklı velayet ve kerametini görmesine rağmen kalbine vesvese gelip “Bu kadar ilmim ve hünerim vardı. Bir derviş bana hepsini bıraktırıp beni kendine kul etti. Hiçbir şekilde elinden kurtulamıyorum. Bari bu loğ taşını onun üzerine bırakayım da ölsün.” diye düşündü.
Bu kötü fikirle, Hünkar uyurken loğ taşını yuvarlayıp üzerine bıraktı. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli Hazretlerine malum oldu. Yattığı yerden elini uzatıp “Ya Allah”, deyip o taşı düşerken tutup yavaşça yere koydu. Öyle ki mübarek parmakları taşa gömülüp iz bıraktı. Yukarı bakıp Said’i damın üzerinde görünce “Said yüzün kara olsun. Gönlümdekini dilime getirdin. Mezarın ziyaret, toprağın kefaret olmasın. Yetmiş kere rahmet suyuyla yıkadım dişlerinden mürekkep karasını çıkaramadım. İn git, hiç ıslah olmayacaksın, hey adamcık hey!” dedi.
Said’i Kızılırmak’tan Aksaray’a kadar sürdüler. Yalnız başına sürdü gitti. Susadı adlı bir yere geldi. O zaman yaptığına pişman olup Hünkar’a karşı kırk gün bir ayağı üzerine peymançeye durdu. Sonra birkaç kişinin geldiğini gördü ve onlara “Nereye gidiyorsunuz?” diye sordu. Onlar “Suluca Karayük’e gidiyoruz.” dediler. Molla Saidüddin’i, onlara “Allah için insanlık edin. Beni sakalımdan eşeğinizin kuyruğuna bağlayın. O gittiğiniz yere beni de götürün.” diye yalvardı. Onlar da Molla’nın sakalını eşeklerinin kuyruğuna sıkıca bağladıktan sonra Suluca Karayük’e geldiler. Halifeler onun bu halini görünce Sarı İsmail’e haber verdiler. Sarı İsmail karşıladı. Sakalını eşeğin kuyruğundan kurtarıp “Bu ne hal?” dedi.
Molla Saidüddin’i, “Bana yardım et. Her ne yaparsan yap, erenler beni kabul etsin.” dedi. Sarı İsmail “Bu gece Kızılca Halvet’in önünde sırt üstü yat. Erenler geceleyin dışarı çıktığı zaman ola ki üzerine basıp seni tanır. Ümit edilir ki seni kabul etsin.” dedi. Said, Sarı İsmail’in dediği gibi sırt üstü Kızılca Halvetin eşiğine yaslanıp yattı. Gece yarısı olunca Hz. Hünkar dışarı çıktı. Mübarek ayakları Said’in yüzüne dokundu. “Bu yatan kimdir?” diye sordu. Sarı İsmail, “Said kulundur, Sultanım” dedi. Hünkar, “Bizim Said mi?” dedi.
Sarı İsmail, Said’e “Kabul edildin. Erenler sana bizim dedi, gam çekme.” dedi. Sabahleyin Molla Saidüddin, Hünkar’ın huzuruna geldi. Peymançeye durdu. Hünkar varlığı Said’in yüzüne bakıp “Kuruda bir erbain çıkardım. Üç kere de su da çıkarmalısın ki ettiğin günah affolsun.” dedi. Hünkar ululuğu emretti. Ortaya bir leğence getirdiler. İçini su ile doldurup Said’e “Gir” diye emretti. Said, soyunup o suyun içine girdi. Hünkar emretti. Kapağını kapattılar. Tam kırk gün durdu. Hünkar yine emretti, kırk gün sonra leğençenin kapağını açtılar.
Said, içinde görünmedi. Buyurdu. Tekrar kapadılar. Kırk gün sona Hz. Hünkar emretti. Leğençenin kapağını açtılar. Said’in küçük bir çocuk gibi olduğunu gördüler. Hünkar buyurdu, kapağını kapadılar. Yine kırk gün oldu. Hünkar emretti, kapağı açtılar. Said’in eski haline döndüğünü gördüler. Hünkar emretti. Said, leğençeden dışarı çıktı. Erenlerin elini öptü, kabul edildi.
Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin Sarı İsmail’e Vasiyeti
Hünkâr, bir gün Saru İsmail’i çağırdı, dedi ki: “Sen benim halifemsin. Bugün Perşembe, ben bugün ahirete göçeceğim. Göçünce kapıyı ört! dışarıya çık. Çiledağı tarafını gözle. Ordan bir boz atlı gelecek, yüzüne yeşil nikap urunacak. Bu zat, atını kapıda bırakıp içeriye girecek, bana Yasin okuyacak. Attan inip selam verince selamını al, onu ağırla. Hulle donundan kefenimi getirir, beni o yıkar. Beni yıkarken su dök, yardım et ona. Ceviz ağacından tabut yapar, beni tabuta kon, ondan sonra beni gömün. Onunla söyleşmeyin sakın! Dünyanın hali budur, gelen gider. Sen de hizmet et, sofra yay. Himmet dilersen, cömertlikte bulun. Murtaza’dan halk, erlik, keramet istediler, Kanber’e sofrayı yay buyurdu. Bende kisvet giyen her mürid, konuk istesin, konuğa hizmet etsin.”
Hünkâr, böylece vasiyette bulunduktan sonra Saru İsmail, ağlamaya koyuldu, “Tanrı bana o günü göstermesin!” dedi. Hünkâr, “biz ölmeyiz, suret değiştiririz!” diyerek onu teselli etti. Sonra Tanrıya niyazda bulundu, Peygambere salâvat getirdi. Kendisi, kendisine Yasin okudu, Tanrıya can verdi.
Saru İsmail, Hünkârın vasiyetine uyup hırkasıyla yüzünü örttü, halvetin kapısını örttü, dışarı çıktı. Erenler anası Fatıma Bacı, Seyyid Mahmud Hayran, Karaca Ahmed, Kolu Açık Hacım Sultan, Rasul Baba, Seyyid Cemal, hâsılı bütün erenler, atlı yaya hep geldiler, ağlaştılar.
Derken bir de baktılar ki Çiledağı tarafından bir tozdur koptu. Bir anda yaklaştı. Hünkârın dediği gibi bu zatın elinde bir mızrak vardı, yüzüne yeşil nikap örtmüştü, altında da bir boz at vardı. Erenlere selam verdi, selamını aldılar. Atından indi, doğruca halvete girdi. Kendisiyle beraber içeriye yalnız Saru İsmail girdi. Karaca Ahmed, kapıda durdu, kimseyi içeriye sokmadı. Saru İsmail, su döktü, yüzü nikaplı er yıkadı. Yanındaki hulle donlarını kefen etti, kefenledi, tabuta koydular. Alıp musallaya götürdüler. Boz atlı er, öne geçti, imamlık etti. Erenler, yetmiş saf olup uydular. Namazı kılındı, götürüp mezarına gömdüler. Boz atlı, erenlerle vedalaşıp atına atladı, yürüdü. Saru İsmail, acaba bu kim, eğer Hızır ise görüşmüştüm, mutlaka tanırım dedi, koştu ardından, yetişti. “Namazını kıldığın, yüzünü gördüğün er hakkı için dedi, kimsin? Bildir bana!” Boz atlı er, Saru İsmail’in niyazına dayanamadı, nikabını açtı. Saru İsmail ne gördü? Birden karşısında Hünkâr Hacı Bektaş beliriverdi. Saru İsmail, atının ayağına düşüp, “lütfet erenler şahı” dedi, “otuz üç yıldır hizmetindeyim, kusurum var, seni bilememişim suçumu bağışla!”
Hünkâr, “Er odur ki ölmeden ölür, kendi cenazesini kendi yıkar. Sende var, buna gayret et!” dedi. Bu sözleri söyledikten sonra gözden kayboldu.