Hacı Bektaş Veli Dergahı’nın güney tarafında Bala mahallesi sınırları içinde yaklaşık 1 km uzaklıkta yer alan büyükçe bir kaya parçasıdır. Hacı Bektaş Veli’nin, üzerine binip at gibi yürüttüğü söylenilen bu kaya parçası “At Kaya” olarak bilinmektedir.
At Kaya, Aleviler-Bektaşilerce ziyaret edilen kutsal mekanlardan biridir. At Kaya’nın arka tarafında birkaç tane kayacık daha vardır ve bunlara “Tay taşları” denilmektedir Hacı Bektaş Veli Hazretleri ve Seyyid Mahmud Hayrani arasında geçen At Kaya ile ilgili bir rivayet bulunmaktadır.
At Kaya’nın rivayeti, resimlere ve gravürlere de konu olmuştur. Hacı Bektaş Veli, bir kaya üzerinde bazen yalnız bazen de yanında bir derviş (Güvenç Abdal?) ile resmedilmiştir. Hacı Bektaş Veli’nin karşısında da bir aslana binmiş vaziyette, elinde yılandan kamçısı ile Seyyid Mahmud Hayrani gösterilir. Bu konu hakkında birçok tablo bulunmaktadır. Ancak, Hacı Bektaş Veli Türbesi ve Müzesi’nde bu rivayeti konu alan herhangi bir tablo bulunmamaktadır.
Rivayete göre;
“Hacı Bektaş Veli’nin ünü her yana yayılmıştı, her taraftan Erenleri Onu görmeye geliyorlardı. Akşehir’de bir er vardı, adına Seyyid Mahmud Hayrani derlerdi. Bu Er, bir aslana bindi, bir yılanı da kamçı yaptı. Üç yüz Mevlevi dervişiyle Hünkâr’ı görmek için yola çıktı. Sulucakarahöyük’e yaklaşınca bu hali Hünkâr’a haber verdiler, Aliler sırtına yaklaştı dediler.
Hünkâr, o gelen kimse dedi, canlıya binmiş, gelmiş; biz cansıza binelim! “Kızılca Halvet” yakınında bir kızıl kaya vardı, bir dam duvarı kadar büyüktü. Hemen o kayanın üstüne bindi, ey kayacık! dedi. Tanrının izniyle o gelen erenlerden yana yürü. Kaya, hemencecik kuş uçar gibi gürleyip Aliler sırtına doğru yürümeye başladı.
Öte yandan Seyyid Mahmud Hayrani de aslan üstünde, elinde yılan ile gelirken bir de baktı ki Hünkâr, cansız bir kayaya binmiş, yürütüp geliyor. Er nazarında küstahlık, edepsizlik etmişiz! deyip, aslandan indi, yılanı da elinden attı. Er nazarına küstahça gelmişiz! dedi. Hünkâr’a karşı vardı.
Hünkâr da kayaya dur! dedi kaya durdu. Seyyid Mahmud’la dervişler, Hünkâr’ın eline ayağına düştüler. O Tekkekaya’nın dibinde oturdular. Tam bir hafta sohbet ettiler; yediler, içtiler, sema, safa ettiler. Etraftan işiten muhipler, âşıklar da geldiler. Bir hafta sonra Seyyid Mahmud Hayrani, peymançeye durdu, izin istedi. Hünkâr, hayranım! dedi, yürü, seni o bulunduğun yere saldık, orası ekmeğin olsun! Seyyid Mahmud Hayrani, erenlerin safa-nazarını aldıktan sonra vedalaşıp Akşehir’e doğru yürüdü.”
At Kaya’nın yanında, mezar taşında “Buhâra’lı Şeyh Hacı Hamza Efendi” adının ve “3 Nisan 1328 (M.1912)” tarihinin yazılı olduğu bir mezar vardır. Buharalı Şeyh Hacı Hamza Efendi’nin, Dergah’a gönderilen Nakşi şeyhlerinden biri olduğu bilinmektedir. At Kaya ile ilgili rivayette adı geçen Seyyid Mahmud Hayrani’nin Türbesi ise Konya’nın Akşehir İlçesi’ndedir.
Şüphesiz ki! çok eski zamanlardan beri tabiattaki çeşitli cansız varlıklar içinde daima varlığını en devamlı biçimde sürdürenler insanın dikkatini çekmiştir. Bu itibarla, dünyanın neresinde olursa olsun, tabiatın ortasında bütün haşmetiyle duran iri bir kaya veya göğe doğru yükselen bir kaya kütlesi eski insanın yerine göre hayretini, yerine göre dehşetini celbetmiştir; dayanıklılığı ile de sonsuza kadar var olabilmenin adeta sembolü gibi görünmüştür.
Bu sebeple dünyanın hemen her tarafında eski çağlardan beri taşlara, kayalara ibadet edildiği, bunların etrafında zamanla bir takım kutsallığın meydana geldiği bilinmektedir. O halde kutsal olan taş yahut kaya değil, onda varlığını sandığı iyilik ve kötülük doğurabilecek şey, insan için önemli olmuştur. Orta Asya’da İslam öncesi devirde Türkler’de bazı taş ve kayaların kutlu sayıldığı bilinmektedir. Menakıb-ı Hacı Bektaş Veli’deki menkıbelerde ortaya çıkan taş ve kaya kültüyle ilgili motiflerin Orta Asya’daki inançların devamı olduğu gibi Anadolu kökenli uzantıları da görülmektedir.