Cem, Arapça’da ‘cim’, ‘mim’ ve ‘ayn’ harflerinden oluşan ‘cemea’ fiilinden türetilmiştir ve topluluk, kalabalık, birlik, bir olmak, bir araya getirmek ve birleştirmek anlamlarına gelmektedir. Cem, insanın Tanrının kendisinde tam tecelli ettiği tek varlık ve bütün insanlığın da bir varlık olduğunun temsilidir.
‘Ayn’ül Cem’ (Cem Ayini) olarak ifade edilen Cem, Aleviler-Bektaşilerce; Meydan Evi, Kırklar Meydanı, Erenler Meydanı, İbadet Meydanı, Hak Meydanı, Cem Ayini, Cem Töreni, Cem Erkanı, Cem Bezmi, Kırklar Cemi, Musahip Evi, Alicem Evi olarak da bilinmektedir. Aleviliğin temel kaynaklarından olan ‘Buyruk’larda ise, Cem, Ayn-Cem, Ayn-ı Cem Cemiyeti ve Meydan şeklinde ifade edilmektedir. Ayrıca Cem, “Taliplerin bir araya gelip Evliya erkânını icra etmesi” şeklinde de tanımlanır.
“Ayin- cem bülbülüyüm
Meydana ötmeye geldim” (Pir Sultan Abdal)
Meydan Evi, Dergah Avlusu’nda (II. Avlu) Aş Evi’nin tam karşısında Mihman Evi ile Kiler Evi’nin orta kısmında yer almaktadır. Tarikat sırlarının verildiği, Cem ayinlerinin yapıldığı, On İki Hizmeti ve On İki Erkan’ın yerine getirildiği Meydan Evi, sahip olduğu manevi kimliğinden ötürü ‘Serçeşmenin kalbi’ dir.
“Aşk olsun meydan görene” (Muhyiddin Abdal)
Bununla birlikte, “bahçeden gül koklamak” ve “bahçeden gül koparmak” şeklinde adlandırılan törenler, yola giriş yani tarikata kabul edilmek, nasip almak, musahip olmak gibi erkanlar da Meydan Evi’nde yerine getirilirdi. Sözlü gelenekten gelen ve “Telli Kuran” olarak bilinen saz eşliğinde dönülen semahlar da Meydan Evi’nde icra edilirdi.
Meydan Evi, daha içerisine girmeden kapısının küçük oluşu ile dikkat çekmektedir. Meydan Evi’nin kapısının Dergah Avlusu’nda bulunan diğer evlerin kapısından daha küçük olmasının sebebi ise, Meydan Evi’nin Bektaşi Tarikatı’nın erkan ve törenlerinin yapıldığı en önemli mekanı olması özelliğinden dolayı kutsallık kazanmış olması ve bu kutsallığı göstermek için de içeri giren Can’ın ‘eğilerek’, saygısını göstermesi istenildiğindendir. Bahsettiğimiz kapı üzerinde Osmanlıca bir kitabe yer almaktadır. Kitabesine göre, Meydan Evi’nin “Melik-ül-meşayih ve sülale-i evliya Ahi Murad tarafından Ramazan ayının arefe gününde (H.777 ) “ Miladi 1375 yılında) yapıldığı yazmaktadır.
Meydan Evi’nin kapısı ile Meydan Odası’nda yer alan ocağın yönü doğu yönüne bakacak şekilde tasarlanmıştır. Güneşin doğuşuna göre kapının ve ocağın yönünün belirlenmiş olması Orta Asya inanışlarında yer alan; “Güneşi kutsal görme”, ona saygıda bulunma ritüellerinin Anadolu’da yaşamaya devam ettiğinin, sembollerle ve uygulamalarla da olsa var olduğunun ve Hacı Bektaş Veli Dergahı’nda da bunun yaşadığının bir göstergesidir. Meydan Evi’nde Ocak etrafında yapılan ibadetlerin yerine getirilmesinde güneşin doğuş yönü olan doğu yönü esas alınmış ve güneş kıble vazifesi görerek Alevilerin-Bektaşilerin merkez yönü olmuştur.
Kapı, zâhir ve batıni ilmi; kapının iki kanadı; Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i; kapının eşiği de Tarikatın birinci basamağını simgelemektedir. Meydan Odası’na giren her Can, önce kapının eşiğine niyaz eder. Eşik, yani Meydan Odası’nın giriş kapısının eşiği; “Sırat-ı mustakim”dir (doğru yol). Burası, ‘Yol’un ilk adımını, ilk basamağını oluşturur. “Aşıkların cenneti”ni simgeleyen Meydan, “Beyt-ül Mukaddes” yani kutsal evdir. Gayb Erenlerin (Rical-ül gayb) toplantı yeridir. Bunun haricinde, ‘İbadet meydanı’, ‘Erenler meydanı’ olarak da bilinmektedir.
“Kör meydanı değil! gör meydanıdır.” (Abdal Musa)
Meydanın orta kısmına da ‘Dar’ ya da ‘Dar-ı Mansur’ denilmektedir. Burada durmak “Enel Hak” demiş olanın anısına yaşamını feda etmesinin sembolüdür. Meydan, aynı zamanda büyük mahşerdir; insanı sonsuz yaşama götüren ölüm sahnesinin gösterildiği bir kurban yeri, bir sonsuz saltanat yeridir. Burada yapılan ibadet Miraca varmak için yapılmaktadır. Meydan Odası’nın duvarları doğudan batıya; kuzeyden güneye dek uzanmaktadır. Odanın tavanı ‘Arş’ı simgelemektedir.
Meydan ve Meydan Odası hakkında bahsettiklerimizi kısaca özetlememiz gerekirse, Meydan Odası; bütün bir Evren’i oluşturmaktadır. Dergahtaki ve başka yerlerdeki Meydan odalarında; Horasan postu, Mürşid Postu, Rehber postu, Çerağ Tahtı, Meydan taşı ve Ocağın her zaman aynı yerlerinde ve yönlerinde bulunması gerekmektedir.
Meydan Odası’na girildiğinde tam karşıda mermerden yapılmış bir Ocak yer alır. “Küre makamı” olarak da algılanan bu ocak, ‘Fatma Ana Ocağı’ olarak da bilinmektedir. Ocak, Bektaşilik’te çiğlerin piştiği, hamların olgunlaştığı bir yer olup, Hz. Fatıma’yı simgelemektedir. Ocağın sağ tarafına İmam Hüseyin Makamı, sol tarafına İmam Hasan Makamı denilir.
Ocak yakılmış ise, çerağcı, çerağları ocağın yanan alevinden uyarır (yakar). Aydınlatıcı (Mürşit) meydana girince postuna oturmadan önce bu çerağı uyarır. Ayn_ül cem’lerde çerağcı, çerağ uyandırma hizmetini yerine getirmek için Mürşid’den aldığı ‘delil’ denilen mumu, önce bu ocak makamında uyandırır, bununla da öteki çerağları uyandırır. Ocaktan, delil uyarmaya “zerre almak” denir. Bazı meydan odalarında hiç ocak yok ise, yine ocağın olduğu yer belirlenerek buraya bir çerağ konur ve bu çerağa ‘Küre Çerağı’ denir.
Ocağın her iki yanında çerağlar ile kapıdan giriş yönüne göre ocağın sağında, Çerağ Tahtı yer alır. Çerağ Tahtı; Bektaşi Tahtı, Peygamber Tahtı ve ‘Kürsi-i Gadir-i Hum Taht-ı Muhammed’ gibi isimlerle de bilinmektedir. Çerağ Tahtı, ahşaptan yapılmış, hafifçe yüksek bir tahttır ve üzerine kesinlikle oturulmaz. Hz. Muhammed’in makamını simgeleyen ve üzerindeki çerağların yakılmasıyla simgesel olarak “Peygamberimizin Nuru”nun alemi (meydan) aydınlattığına inanıldığından Çerağ tahtı, Aleviler Bektaşilerce inanç yönünden büyük öneme sahiptir.
Çerağ tahtı ya da Taht-ı Muhammedi’nin tarihsel geçmişi, Hz. Muhammed’in Veda haccı ve Veda hutbesine dayanır. Hz. Muhammed son haccından dönerken Gadir-i Hum denilen yerde dinlenmiş ve burada bir hutbe okumuştur. Hz. Muhammed, Gadir-i Hum’da Müslümanlara hitaben; “İki büyük emanet bıraktığını; bu emanetlerden birisinin Kur’an-ı Kerim, diğerinin de Ehli Beyt olduğunu bildirmiş ve kendisinden sonra Halife olarak Hz. Ali’nin atanması gerektiğini buyurmuştur’.” Bundan dolayı, Çerağ tahtı ya da Taht-ı Muhammedi, Hz. Muhammed ve Ehl-i Beyt’ine inanmanın, onlara bağlılığın bir nişanesi olarak Meydan Odası’nda yerini almıştır.
Ayn’ül Cem’lerde Çerağ tahtının üzerine ve diğer iki basamağına On iki İmamları simgelemesi için on iki çerağ konulurdu. Bu çerağların en önündeki çerağa da “Kaanun-ı Evliya Çerağı” denilirdi. Bu çerağ üç kollu olup, Allah-Muhammed-Ali’yi temsil etmektedir. “Çerağ, Bektaşilikte insan beyni olarak algılanan akıl kıblesidir.” Posttan sonra ikinci derece kabul edilir. Halifelik Makamına getirilen Can’a “çhar alameti” olarak verilen dört nişandan birisi de çerağdır. Çerağ, Tanrının ışık biçiminde görünüşe taşınması, Hz. Muhammed’in Tanrıdan gelen ilk ışık olması, Hz. Ali ve soyunun bu ışığın sürekli taşıyıcısı durumunda bulunması anısına, ruhun aydınlanmasının bir sembolü olarak algılanır.
Cem ayinlerinde kullanılan kandil, lamba, mum ve çıra da çerağ olarak adlandırılır.Bektaşiliğin en önemli çerağı ise, Pir Evi’ndeki “Kırkbudak şamdan”dır. Meydan Odası’nda yapılan On İki Erkândan birisi de “Çerağ Uyandırma Erkânı”dır. Erkânda; Cem’deki On iki hizmet sıralamasında yer alan; çerağcının, gülbank, tercüman ve dualar eşliğinde çerağları uyandırması hizmeti yerine getirilir.
“Muhabbet çerağını yakan Ali’dir.“
Çerağ Tahtının sağında ve solundan itibaren bütün bir meydanı çevreleyen postlar ise ocağın etrafında yer alır. Ocağın sağında İmam Hüseyin Makamı olarak bilinen tarafında Meydan kapısının sağından itibaren; Mihman Evi Postu (Hızır Peygamber), Ayakçı Postu (Abdal Musa Sultan), Kurbancı Postu (Hz. İbrahim Peygamber), Kahveci Postu (Şah Şazeli), Kilerci Postu ( Kolu Açık Hacim Sultan) ve Türbedar Postu ( Karadonlu Can Baba) yer alır. Ocağın solunda İmam Hasan Makamı olarak bilinen tarafında Meydan kapısının solundan itibaren; Baba Postu (Horasan Postu), Aşçı Postu ( Seyyid Ali Sultan), Ekmekçi Postu (Balım Sultan), Nakip Postu (Kaygusuz Abdal), Atacı postu (Kanber Ali) ve Meydancı Postu (Sarı İsmail) yer alır.
Dergâhtaki hizmetlerin makamsal sırasını gösteren postlar, toplam on iki adettir ve On iki rakamı ‘On İki İmamlar’a olan bağlılığı simgelemektedir. Dergâh döneminde burada On iki ev, (bu evler Ocak olarak da tabir edilir) bulunduğundan evlerin en büyük makam sahipleri olan Babalar, kendi makamlarına ait postlara dergâhın hiyerarşik düzeni içerisinde otururlardı.
“Post, kavram olarak Tarikatta eğitici olan bir makamdır.” Postlar, görünüş olarak; Nübüvvet, İmamet, Velayet ve Hizmet makamlarını temsil etmektedir. Bundan dolayıdır ki postlar Alevilerin Bektaşilerin kutsal değerlerindendir. On iki postun tümü Hacı Bektaş Veli’ye ait olan ve onun makamını simgeleyen ‘Horasan postu’na bağlıdır. Meydan Odası’nda yer alan on iki posttan birisi olan Horasan Postu’nun yeri kesinlikle değiştirilemez. Bununla birlikte diğer on bir postun makam sıraları, makam sahipleri Anadolu’nun farklı yörelerinde yer alan Cem Evlerinde değişiklik gösterebilmektedir.
Horasan Postu, Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin makamını simgelemektedir. Horasan postuna oturulmaz, törenler bu posta niyaz ile başlar ve posta niyaz ile bitirilir. Horasan postu, Meydan odasına girişte kapının hemen solunda yer alır. Postun, gösterişli bir yerde değil de kapı kenarında olması, Bektaşilik yolunda, makamların, statülerin bir öneminin olmadığını; Talip, Derviş, Baba, Halifebaba ve Dedebaba makamlarına yükselen kişinin hırstan, kibirden, bencillikten uzak durması, nefsine hakim olması gerektiğini gösteren önemli bir telkindir.
“Bizi bildin ise, başka murad isteme!” (Hacı Bektaş Veli)
Horasan postunun hemen önünde ‘Meydan taşı’ (Mürüvvet taşı) olarak bilinen bir taş yer alır. Meydan taşı makamı, simgeseldir ve Velayetname’de de geçmektedir. Bu taşın bulunmadığı yerlerde örneğin evlerde yapılan ayn-ül cemlerde meydan taşının yerine beyaz bir örtü örtülmektedir. Meydan taşı, bazı dergahların Meydan odalarında genelde meydanın ortasında yer almasına rağmen, burada Horasan postunun önünde yer alması, Hacı Bektaş Veli Hazretleri’ne niyazda bulunmak düşüncesiyledir.
“Meydan taşı, Erenler yolundan sapanların terbiye edildiği, suçu olanlara cezanın verildiği korkulan, çekinilen bir makamdır.” Meydanda nefs olarak algılanan “ten”in yönelme yeri anlamında bir “ceza makamı” olan Meydan taşı, içerdiği anlam itibariyle taş biçiminde somut bir kimlik kazanmıştır. Ayn’ül Cem’lerde talibe öğretilen makamlar arasındaki Meydan taşı’nın makam sahibi Kolu Açık Hacim Sultan’dır.
Meydan odasının tavanını da çoğu yerde görmediğimiz bir örtü sitemine sahiptir. ‘Kırlangıç tavan’ denilen bu örtü sistemi, Meydan Evi Baba Odasının tavanında da görülmektedir. Buradaki tavan orijinal olup, Meydan odasındaki tavan ise aslına uygun olarak 1950’lerdeki restorasyon çalışmaları ile son halini almıştır.
Kırlangıç tavan, dokuz kat olarak tasarlanmıştır. Dokuz rakamı, Şamanizm inancında kutsal kabul edilen bir sayı olup, gök ile yeraltının dokuz kat olduğunu vurgulamaktadır. Kırlangıç örtüye Orta Asya ve Transkafkasya’dan, Çin, Kuzey Karadeniz ve Anadolu gibi geniş bir alanda rastlamak mümkündür. Türklerin, Orta Asya ve Anadolu’da çok eskiden itibaren kırlangıç örtü geleneğini sürdürdüğü bilinmektedir. Bu örtü şeklinin iklim ve ağacın bol olduğu ormanlık alanlarla doğrudan bir ilişkisinin olduğu düşünülebilir. Bu sav, iklimin soğuk ve kışların uzun geçtiği şehirlerde kırlangıç örtünün yaygınlaşmasından anlaşılmaktadır. Kırlangıç örtü, dini mimaride camilerin mihrap önü bölümü kubbesinde, sivil mimaride ise evlerin tandır evi kubbesinde ve han odalarında karakteristik biçimde kullanılmıştır.
Meydan Evi’nde; Hacı Bektaş Veli, Balım Sultan, Abdal Musa, Sarı İsmail, Kazak Abdal, Kaygusuz Abdal, Veysel Karani, Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya Gelişi, Hacı Bektaş Veli Külliyesi, Mekke, Hz. Ali’nin cenazesi konulu tablolar ile postlar, taçlar, çerağlar, keşküller, teberler, nefirler, saz takımları, mühürler, müttekalar, sırt kaşağıları, tespihler, hat levhaları, derviş ve babalara ait fotoğraflar ile mutfak bölümünde şamdanlar, küçük kazanlar ve diğer mutfak eşyaları sergilenmektedir.
Meydan Odası’nda bulunan Ocak, Çerağ Tahtı, Horasan Postu ve diğer postlar ile Kırlangıç tavandan bahsettikten sonra Alevi- Bektaşi inancında insanı nitelemek için kullanılan Can kavramından ve ibadetlerin temeli olan Ayn’ül Cem hakkında bilgiler verebiliriz.
Ruh ilahi güzelliği seyre dalınca zat-ı ilahi nurunun görkemi karşısında eşyayı birbirinden ayıran aklın nuru söner, böylece Hakk’ın ortaya çıkması ve batılın kaybolması sebebiyle kadim (Allah) ile hadis (mahlûk) arasındaki fark ortadan kalkar ki bu hale cem denir. Daha sonra zatın yüzüne izzet perdesi çekilip ruhun, zattan uzaklaşarak halk âlemine dönmesi ve kadim ile hadis arasındaki ayırımın yeniden belirmesiyle tefrika hali meydana gelir. Cem’in en yukarı derecesi, Cem’ul cem’dir. Cem’ul cem, bütün varlık ve yaratıkları Hakk’la görerek, birinin varlığını diğerine engel olmadan, kesrette vahdeti, vahdette kesreti yani insanda Tanrıyı, Tanrı’da insanı görmedir. Ayin-i Cemde denilen Cem ayini, Bektaşilerin en büyük ayinidir. Zira bu ayin, bütün şekilleri ile Bektaşi itikadının canlı bir timsalidir. Ayin-i Cem, Haşr ve Neşr’den sonra insanın Allah’a kavuşmasını ve bütün benliklerin ortadan kaldırılmasını sembolize eder.
Bektaşi Felsefesini gerektiği şekilde anlayabilmemiz için, Bektaşiliğin pratik yönüne, merasimlerini bakmamız ve anlamamız gerekir. Bektaşilerin, büyük küçük birçok merasimleri vardır ki bunlar, özellikle, ‘Ayin’ kelimesi altında toplanır. Bektaşilikte belli başlı On iki Ayin vardır ve bu Ayinler (On iki İmam) Postuna göre düzenlenmiştir. Bu on iki Ayin, üçer üçer olmak üzere, dört kısma ayrılmıştır. Bu ayrımın esası da dört mevsimdir, daha doğrusu eskiden kalma dört mevsim bayramıdır.
On iki ayinin ilk altısı (Bahçeden Gül Koklamak) ta denilen, “İkrar Ayinleri“dir. On iki Ayinin ikinci altısı da (Bahçeden Gül Koparmak) ta denilen, “Vusül Ayinleri”dir. Tam bir Bektaşi sayılabilmek için bu ayinlerin hepsine katılmak zorunlu tutulmuştur. Genel olarak Cem ayininin kaynağının, Buyruklarda ‘Miraç’ ile ilişkilendirilmiş olarak ifade bulan “Kırklar Cemi” olduğuna inanılmaktadır. Kırklar söylencesi, Hz. Muhammed’in Cebrail tarafından Miraca çıkarıldıktan sonra karşılaştığı ‘Kırklar’la arasında geçen diyaloğu ve Kırklara katılmasını anlatan Alevi söylencesidir. İlk ayin-i Cem, ilk semah, ilk şerbet, ilk tevhid, Kırklar’da başlamıştır. Şekilcilikten kaçınıp aşk ve vecd yolu ile Tanrıya ulaşmanın yolunu açmışlardır. Kırklar’la ilgili söylencelerde mekan ve anlatım teknikleri farklılık göstermekle birlikte hemen hemen tümünde öz aynıdır.
Alevî-Bektaşî inancına göre Tanrı, herkese karşı eşit mesafede olup, ibadet herkese açıktır. Tanrının karşısında insanlar, kadın ya da erkek değil can olarak bulunmaktadır. Bu nedenle, Aleviler-Bektaşiler, ibadetleri sırasında cinsiyet faktöründen sıyrılmış olarak, bir üst bağlamda ‘İnsan’ olarak Meydana girer. Meydana girerken, erkeğin ve kadının kişiliği meydana girmez. İbadet esnasında insan, Tanrının karşısındadır. Tanrı katında insan, zaten kendi bedeninden çıkıp ruh yani can olarak bulunmaktadır. Can kavramında herhangi bir cinsiyet iması bulunmadığı için burada kastedilen bedenin içindeki ruhtur. İnsan bedeni ise ten olarak tanımlanıp o ruhun dışındaki elbisedir. Ruh bedenden çıktığı zaman, insandaki canlılık yok olur. “Ölürse tenler ölür canlar ölesi değil” derken Alevi inancında tenin, Can’ın elbisesi olarak algılandığı gösterilmektedir.
“İnsan insan derler idi
İnsan nedir şimdi bildim” (Muhyidin Abdal)
Alevi inancına göre insan, dünyevi olan her şeyden kurtulmuş olarak yani ‘üryan’ olarak bulunmaktadır. Bir anlamda Üryanlık, ölmeden ölmektir. “Üryan olmak, çıplak olmak anlamında olmayıp dünyevi uzuvlardan ve görünüşten kurtulup, gerçek âlemde can olmak anlamına gelir.” Yani üryan, üstündeki elbise olan et ve kemikten kurtulup ruh olmaktır. Alevilikte ibadet, bireysellikten uzaklaşıp toplu halde kadını ve erkeği ile bir araya gelerek kusurları ve günahlarından arınıp durularak bir can, bir beden olup, Tanrı’nın huzuruna varmak için, varlık ateşi kavramsallığı içinde ve yokluğun sonsuzluğu ötesinde ‘Allah-Muhammed-Ali’ üçlemesi sevgisinde birleşip, nurlanmış olarak erlerin, evliyaların gerçek varlık alanında ve mürşit huzurunda yeniden insanlaşmayı (İnsanda tecelli eden Tanrı olmayı) sağlayacak töresel ve törensel eylem ve davranışların içtenlikle yerine getirilmesidir.
Cem ibadetinde ; “Ölmeden önce ölünüz, Hakk’ın huzuruna kul hakkı ile gitmeyiniz. Hiç kimseyle alıp vereceğiniz kalmasın. Alnınız pak, yüzünüz ak olsun. İnsan-ı kâmil olunuz. Halk sizden razı olsun ki, Hakk da razı ola. Döktüğünüz varsa doldurun, yıktığınız varsa kaldırın, ağlattığınız varsa güldürün.” kuralları geçerlidir.
“Benim Kâbe’m insandır” anlayışının uygulaması olarak Cem evinde bulunan herkesin yüzü birbirine bakar şekildedir. Cem Ayinleri, haftada bir kez ve sadece Perşembe akşamları yapılmaktadır. Perşembeyi Cuma gününe bağlayan gece kutsal kabul edildiğinden Perşembe gecesi Alevilerin-Bektaşilerin ibadet günüdür. Cem ayinlerine; dergâhlarda Baba ya da Babanın Vekili, dergâh dışında ve köylerde ise Dede başkanlık etmektedir Cemler nüfusun büyük çoğunluğunun köylerde yaşadığı yıllarda, genellikle sonbahar ve kış aylarında yapılır. Çünkü halkın büyük çoğunluğu tarıma ve hayvancılığa bağlı bir hayat sürdüğü için kış ayları Cem yapmak için daha uygun olur.
Cem törenlerinde; Dar’a durmak, düşkünlük, musahiplik, niyaz ve tığbent gibi kavramlarda çok önemlidir. Dar, Farsça ‘Pay-ı macan’ (Peymançe) kökenli bir sözcük olup, ‘dar’ ‘ağaç’ anlamına gelir. Dervişlerin kapı eşiği yanında durup özür dilemeleri anlamında da kullanılır. Dar’ın birçok anlamı daha bulunmaktadır. Dar, Hallac-ı Mansur’un asıldığı direk anlamında ‘darağacı’nı da simgelemektedir. Ayrıca Cem ayinlerinin yapıldığı ‘meydanın ortası’ anlamına da gelmektedir. Dâr, kıyamla Hakk’ın huzurunda durduğunu kabul ederek, benliğini ortaya koyup teslim olmak demektir. Bektaşilikteki asıl anlamı ise, Tarikatta işlediği bir hatadan ötürü Mürşid huzurunda ayak mühürleyerek dikilmektir. Dar’a ilk çıkan kişinin Hz. Ali olduğuna inanıldığından Dar, kutsal kabul edilir.
Bunun yanı sıra Meydan’da Çerağ Tahtının solundaki yere de Peymençe denilmektedir. Cemlerdeki dar meydanları; Osmanlı Devleti zamanında sanki faal birer mahkeme gibi çalışmış, Canlar bütün sorunlarını Cemlerde çözüme kavuşturmuştur. Dedeler ve Cem erenlerinin verdiği kararlar Alevi toplumu tarafından Osmanlı kadısının kararından daha adil olarak kabul görmüştür.
“Alevilerde kul hakkı çok önemli olduğu için ve Hakk’ın huzuruna kul hakkıyla gitmemek için Cemler, bir nevi mahkeme görevi görmüştür.”
Alevi-Bektaşilik inanç sistemi içerisindeki temel kurumlardan biri olan “düşkünlük”, suçların önlenmesinde, toplumsal düzenin sağlanmasında, bireylerin tutum ve davranışlarına bazı sınırlamalar ve düzenlemelerin getirilmesinde etkili bir kontrol mekanizmasıdır. Yüz kızartıcı bir suç işlemiş olan kişi, suçunu kendisi itiraf eder ya da Meydan’da bulunan canlardan birisi o kişinin suçunu anlatırsa dar’daki kişi düşkün sayılmış olur. Düşkün ilan edilen kişi, eğer verilecek düşkünlük cezasını çekmek istemez ya da bu cezaya dayanamazsa Cem’den kovulur.
Düşkünlük cezası ya doğrudan Baba tarafından ya da Baba vekili tarafından verilir. Önce o kimsenin suçu ne ise Baba’ya söylenir. Baba, o kişiyi dinledikten sonra cezasını verir ve herkes verilen cezaya uyar. İşlediği suç dolayısıyla düşkün ilan edilen bireylerin sadece belirlenen süre içinde Cem’ katılmasına izin verilmemekle beraber toplum onunla her türlü ilişkisini keser. Düşkün olan kişinin evine gidilmez, yardım edilmez, Kimse o kişiye selam vermez ve konuşmaz.
Alevi-Bektaşiler arasında toplumu bir arada tutan önemli bir kontrol mekanizması olarak kabul edilebilecek bir uygulama da “musahiplik”tir. Musahiplik, sadakat ve bağlılık esaslarının en üst seviyede yaşandığı önemli bir sosyal-inançsal kurumdur. Musahiplik, kardeş tutmak, kardeş edinmek anlamlarına gelir. Bir sosyal dayanışma kurumu olan musahiplik Bektaşi Babâgân kolu dışındaki tüm Bektaşi ve Alevi topluluklarında bulunmaktadır.
Musahiplik, bir meclis huzurunda, mürşid, pir ve rehber önünde, iki kişinin, eğer evli iseler eşleriyle birlikte dört kişinin birbirleriyle dünya ve ahiret kardeşi olduklarına dair ikrar vermeleridir. Aynı zamanda Bektaşiliğin resmi üyesi olabilmenin ilk adımıdır. Musahip tutmakla birlikte Bektaşiliğe giren birey, toplumun doğal üyesi olmaktan çıkmış, resmi üyesi olmuştur. Musahiplerin çocukları, bacı ya da kardeş çocukları sayıldıklarından aralarında evlilik olmaz. Bu bağ ölene dek süren güçlü bir niteliğe sahiptir. Musahiplik, kan kardeşliğinin dışında yol kardeşliğidir. Musahip olma törenine “Görgü Cemi” de denir. Musahibi olmayan, hiçbir törene katılamaz. Musahip, sülük sırasında, evlenmede, ölüm anında, yaşamın bütün önemli anlarında hazır bulunmak zorundadır.
Cem’deki tören davranışlarından birisini oluşturan “Niyaz”; sevilen, sayılan kendisine bağlılık duyulan bir insana ya da mürşide karşı yapılır. Niyaz sırasında ayak mühürlenir. Niyaz yani Secde, gerçekte, Baba’ya yapılmakta ise de manada Allah’a tapınmak Allah’a yaklaşmak için yapılır.
“Tığbent”, İkrar ayininde, mürşit tarafından nasip alan canın beline üç düğüm atılarak o gün tığlanmış olan kurbanın yününden örülen bir kuşaktır. Bele takıldığı gibi boyuna da takılan Tığ-ı Bend, aynı zamanda vefa ve teslim olma şartıdır. İkrar ayininde nasib alacak Can, Hallac-ı Mansur’un dara çekilirken boynuna geçirilen ipin anısını yaşatmak için tığbendi boynuna bağlanarak Meydan’a alınır.
Bülbül oldum bügün gülzara geldim
Halim arz etmeye dildare geldim
Koyarlarsa bizi hane içeri
Erenler cemine davete geldim
Akşamlar oldu gülbenk çekildi
Çerağlar uyandı, niyaza geldim
Erenler erkânı, meydan açıldı
Ayini cem kuruldu ihsana geldim
Ol demde halinden sordular canın
Var mıdır kusuru? Dediler anın
Ayni cem gösterdi yere nişanın
Üryan püryan olup didara geldim.”
Meydanda yerine getirilen On İki Erkan
1.Erkan: Meydana giriş 2.Erkan: Buhur yakma ve gül suyu serpme 3. Erkan: Mürşidin, Talibi sorgulaması 4.Erkan: Çerağların uyarılması 5.Erkan: Mürşidin iki rekât namaz kılması ve salat 6.Erkan: Rehberin, Talibi Mürşide ulaştırması 7.Erkan: Rehberin, Talibi Mürşide teslim etmesi 8.Erkan: Mürşidin, Talibe tövbe ettirmesi ve telkinde bulunması 9.Erkan: Mürşidin, Talibi Rehbere geri vermesi 10.Erkan: Rehberin, Talibe Makamları göstermesi 11.Erkan: Şerbet dağıtılması 12.Erkan: Rehberin Meydanı süpürmesi ve Erkânın Bitirilmesi.
Cem Törenlerinde On iki Hizmet sahipleri ve bunların görevleri
MÜRŞİD: Hz. Muhammed’i, Hz. Ali’yi ve Hacı Bektaş Veli’yi temsil eder. Onların adına ikrar alır, nasip verir. Ayin-i Cem’i yürüten mutlak otoritedir. Rehberi, dervişi, talibi eğitir, gözetler ve olgunlaşmaları için gerekli olan bilgileri verir. Tarikata girenlerin topluma yararlı ve erdemli insanlar olmalarını sağlar. Mürşidin, olgunluğun, efendiliğin, alimliğin, yüce ahlakın, dinin, yolun yolağın bütün simgelerini doruk noktada özünde taşıması gerekir. Ayin-i Cem yapılacağı zaman Mürşid makamına Baba veya Halifebaba oturur. Alevilikte bu makamda oturan zata Dede denilir.
REHBER: Tarikata girmek isteyen isteklilere, kuralları ve koşulları öğretir. İsteklileri bu konuda eğitir ve olgunlaştırır. İkrar verip, nasip alırken önderlik yapar. Biattan sonra Mürşid’in eğitim ve öğretilerini Talip’te gözetler. Tarikat ilmini talibe en iyi şekilde öğretmeye çalışır. Mürşid tarafından talibin eğitim ve öğretiminden tarikat bilgisi yönünden sorumludur.
GÖZCÜ: Rehberin yardımcısıdır. Tarikata yeni girmiş talibleri ve dervişlik derecesine yükselmiş tarikat mensuplarını gözetler. Tarikat kurallarına aykırı davranışta bulunmamaları için onları uyarır. Ayin-i Cem süresince Cem’de bulunan canları izler. Cemin birliğini ve huzurunu bozucu davranışlara izin vermez. Bu tür davranışa kalkışacak olanları hemen uyarır. Gözü sürekli cem erenlerinin üstündedir. Düşkünlerin, suçluların ceme girmesini engeller. Ayni Cem’in huzur içinde devam edip sona ermesini sağlar. Sorumluluğu ayni Cem’den sonra da devam eder.
ÇERAĞCI: Cem Evi’nde bulunan aydınlatma işi ile ilgilenir. Ayni Cem yapılacağı zaman tüm şamdanları siler, parlatır. Kandillerin yağını, fitilini tamamlar. Mumları diker. Çerağ tahtını hazırlar. Ayin Cem süresince biten mumların yerine yenilerini koyar. Cem Evi’nin ışıksız kalmaması için gerekli tüm görevleri yerine getirir. Buhurdanlıkları siler, temizler. İçlerine gülsuyu ve diğer güzel kokuları doldurur. Buhurdanlığı Cem süresince devamlı yakarak, Cem’in güzel kokular içinde sürmesini sağlar. Boş zamanı kalırsa Meydancı’ya yardımcı olur.
ZAKİR: Genellikle sesi güzel olanlar ve saz çalanlar arasından seçilir. Mürşid’in emri ile ayni cem süresince ilahi okur, deyiş, nefes, duvaz imam söyler. Mersiye ve Nevruziyeler söyler. Söylediklerini saz eşliğinde icra eder. Mürşid’e yakın mesafede oturur. Görev ve sorumluluğu ayni cem ile sınırlıdır.
FARRAŞ (SÜPÜRGECİ) : Ayni Cem başlamadan önce Cem Evi’ni süpürür, temizler. Oturma yerlerine gerekli olan yaygıları yayar. Cem Evi’nin sürekli temiz tutulmasından sorumludur. Cem’in bitiminden sonra Cem Evi’ni tekrar temizler. Boş zamanı kalırsa Sofracı ve İbriktar’a yardımcı olur.
İZNİKCİ (MEYDANCI) : Cem Evi’nde bulunan postları sıra ve kurallarına göre yerlerine yerleştirir. Cem Evi’ne gelen canlara Mürşid huzurunda duruş, niyaz ve diğer kurallarda yol gösterir, oturma yerlerini belirler. Canların tarikattaki kıdemlerine göre oturmalarını sağlar. Ayni cem süresince Cem Evi’nin sükunetinin sağlanması için gözcüye yardımcılık yapar. Semaha kalkacak canları kaldırır. Farraş, Sakka ve İbriktar’ın hizmetlerine yardım eder.
NİYAZCI (KURBANCI) : Cem Evi’ne gelen lokmaları ve kurbanları teslim alır. Kurbanları tekbirleyerek keser ve pişirir. Lokma merasiminde sofraları açar, yemekten sonra sofraları kaldırır. Bu hizmetleri yerine getirirken kendisine Meydancı, Süpürgeci, Sakacı ve İbriktar yardım eder.
SAKACI (SUCU) : Ayn-i cem’den önce şerbet hazırlar. Şerbetleri ve suları kaplarına doldurur, ayrıca Nevruz’da süt hazırlar. Ayn- i cem süresince susayan canlara su verir. Şerbet dağıtma hizmetini yapar. Boş zamanı kalırsa Niyazcı’ya yardım eder.
İBRİKTAR: Elinde leğen ve ibrik, omzunda havlu ile Aynicem’de hazır bulunur. Mürşid’in abdest almasında ve yemekten sonra canların ellerini yıkamalarında hizmet eder. Suyunu döker, havlu verir. Boş zamanı kaırsa Niyazcı’ya yardım eder.
PEYİK (HABERCİ) : Bu hizmeti yapan kişiye Pervane’de denilir. Ayin-i Cem yapılacağını Mürşid’in emri ile tüm canlara duyurur. Bu görevi ev ev gezerek yerine getirir. Canların eksiksiz ceme gelmelerini sağlar. Mürşid ile canlar arasında habercilik görevini yürütür. Ayin-i Cem süresince Semaha kalkacak canları Meydancı’ya bildirerek yardımcı olur.
BEKÇİ (AYAKÇI) : Ayin-i Cem’e gelen canların boş kalan evlerini gözetler. Evleri hırsızlık, yangın gibi zarar verici olaylardan korur. Evlerinde bıraktıkları hayvanlarının herhangi bir zarar görmelerini engeller. Ayin-i Cem’e dışardan yapılacak olan engellemeleri önceden görerek Gözcü’yü uyarır. Görev yeri ayin-i cem ve Cem Evi’nin dışındadır. Görevinin kutsallığı ve sorumluluğu nedeniyle duada unutulmaz.
Bektaşiliğe giriş töreni
Bektaşiliğe girmek ‘Nasip almak’, ‘İkrar vermek’ ya da ‘Kurban edilmek’ adı verilen bir törenle olur. Tarikata girecek olana ‘Âşık’, ‘İstekli’ ya da ‘Harici’ denir. İki kişinin kefaleti ile tarikata tanıtılan ‘İstekli’ tören günü bir kurban tığlatır (kestirir) ve rehberi ile birlikte Meydan Odası’na gelir. Dünyaya ait kabul edilen para, altın, vb. değerli şeyler İstekli’nin üzerinden alınır. Bu makama girmeden önce ikrar alacak talibi, Rehber gusül ettirir. Gusülden sonra baştan aşağı üç tas su dökülür ve su dökülürken de bir tercüman okunur. Daha sonra başları açık, ayakları çıplak olan can ya da canlara kendi istekleriyle mi geldikleri sorulur. “Evet” yanıtını alan Baba; “bu yolun güçlüğünü, demirden leblebi, ateşten gömlek” olduğunu anlatır. Ardından “Erenler, gelme gelme, dönme dönme, gelenin malı, gidenin canı buyurmuştur, kendinizde bu gücü buluyor musunuz?” diye sorar.” Allah, Eyvallah” diyen âşık rehberin dizini öper ve çerağ uyandırma töreni başlar.
O gün tığlanmış kurbanın yününden örülmüş ipi boynuna takar, sağ elinden tutarak meydana getirir. Peymançeye (anne karnındaki durum) geçerek içeri giren isteklinin bu duruşu ‘yeniden doğuş’u simgeler. Dört Kapı’ya selâm verilir. Baba isteklinin boynundaki tığbendi çıkarır, sağ elini tutar, âşık da Babanın eteğini tutar (El benim, etek senin, doğru yolda yürüyelim) ve Babanın tövbe ettirici sözlerini tekrarlar. Baba âşığa; “Kimseye kötülük etme, benliğinle mücadele et, bağışlayıcı ve alçakgönüllü ol, eline, beline, diline – aşına, eşine, işine sahip ol, hakikat sırlarını açıklama” gibi öğütlerde bulunur.
Başına Bektaşi başlığını (12 dilimli Taç-Arakıyye) takar. Tığbende, eline ve diline sahip olmasını simgeleyen iki düğüm atar, beline sahip olmayı simgeleyen üçüncü düğümü bağlanırken çözülecek şekilde (harama bağlı-helâle açık) düğümleyip beline bağlar. Böylece dış âlemden (şeriattan) gelerek Muhiplik derecesini alan istekli tarikata girmiş olur.
Artık açık anlamların ardındaki gizli anlamları öğrenecek (marifet) ve gerçeğe (hakikate) ulaşacaktır. Muhip ‘post’a, ‘dar’a, ‘ocağa’, ‘Baba’ya, oturanların her birine ya da “cümleden cümleye” diyerek niyaz ettikten sonra Baba, sakiye seslenerek “Kalk Erenler! Hz. Hüseyin için sebil eyle!” der. Hazırlanmış olan şerbet herkese sunulur. Bazen şerbet yerine tuzlu su içilir. Baba su ile (bilim-bilgelik) tuzu (adalet-erdem) karıştırıp Muhip’e ve oradakilere içirir. Yoldan dönülemeyeceğini simgeleyen su ve tuza ant içildikten sonra rehber bir süpürgeyi yerde sürüyerek sembolik bir temizlik yapar ve tarikata giriş töreni bitmiş olur.
Alevilerin-Bektaşilerin erkanlarını yürüttüğü ibadet evleri olan Meydan Evi, 1826 Yılında II. Mahmut tarafından kapatılmıştır. Dergahın en yetkili babası olan Dedebaba, 1826 yılına kadar sadece Meydan Evi’nin babası olabiliyor iken, ocağın kapatılmasıyla birlikte Meydan Evi’de kapatıldığı için Dedebabalık makamı Kiler Evi Babası’na verilmiştir. Kiler Evi’de Dedebabalık makamını, 1925 yılına kadar yürütmüştür.
Alevilik-Bektaşilik bir “inanç ve yaşam biçimi” şeklinde nitelendirildiği takdirde zamansal süreç içinde uğradığı tüm haksızlıklara, yasaklı kaldığı sürelere, gizlendiği yer ve yönlere, yerilmelere, ayıplamalara, din dışı sayılmasına, yadsınmasına karşın, tüm karanlık dönemlerde bizzat kendi yarattığı olanaklar ortamında kendisini tanıma, geliştirme ve anlatma olanağı bularak açık-gizli, sivil örgütleri, dinsel organları, gönüllü görevlileri aracılığıyla hızlı ve sağlıklı bir biçimde organize olarak ayakta kalma becerisi gösterip Anadolu’daki varlığını yaklaşık bin yıldır koruyarak ve sürdürerek toplumda söz sahibi olabilme ve kimlik savaşı vermesini Cem törenlerine borçludur.